Nisan 20, 2018

Mars Gezegeni (Merih Yıldızı) Çin Taifesi

Mars Gezegenindeki Cin Sultanlığı

A.B.D.’nin çok büyük masraflarla Ay’a gitmeye hazırlandığı sıralarda keşif sahibi bir veli (Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) İstanbul’da Topçular Camiinde kürsüye çıkıp insanlığa sesleniyordu:

" –A.B.D. Ay’a gitmeye hazırlanıyor. Fakat bu masraflara yazık… Bu gayret Mars için olsa çok isabetli olurdu… Çünkü Ay’da hayat yok. Ay kupkuru. Fakat Mars’ta hayat var!… Orada insanlar var…Su var…Orada Hz.Kur’an aynen var!?… Hz.Muhammed (a.s.) oradakilerin de peygamberi… Yani; orada Ümmet-i Muhammed var… Hatta orada varisi Resullerin evlatları var… Ve yine orada İslamiyet’e sarılma bizden çok fazla. Orada Kur’an ahkamı hakim… Ve nihayet o insanlar Hz. Kur’an’a sarıldıklarından dolayı teknolojik olarak bizden çok öndeler!…

Size bir haber daha vereyim; Bu iki insanlık buluşmadan Kıyamet kopmayacak… Fakat; Dünya insanları Marslılarla buluştuklarında Hz. Kur’an’ın orada da aynen var olduğunu görünce İslam’ı inkar mümkün olmayacak… Fakat bu iman (İman-ı yeis) ve (Suri İman) olacak… Yani; vakit çok geç olmuş olacak."

Süleyman Hilmi Tunahan (K.S)

Birinci Kat Semâ Keşfedilecek Herkes İman Edecek Ama...

Kafirler birinci kat... semayı keşfettikleri zaman orada Vahy'in indiği yeri ve ayet-i kerimelerde haber verilen bazı emareleri görürler. Dünyaya gelip gördükleri o hakikatleri bütün insanlara haber verdiklerinde herkes "La ilahe illallah" diyerek imana gelir. Lakin hiç birinin imanı kabul olmaz. Çünkü imanın şartı gayba iman etmektir.



(gayb gözle görülemeyen akılla anlaşılamayan duyu organları ile hissedilemeyen şeylerdir.)

Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Fenciler henüz birinci kat semayı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye'nin büyüklüğü kadar ayna yaparlarsa belki o zaman birinci kat semayı öğrenebilirler. Batıl bir görüş olan "sonsuz uzay boşluğu" iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleri ile görürler.



Süleyman Hilmi Tunahan (k.s)

Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) hazretlerini dinleyen abilerin naklettiğine göre kendisi Mars halkının 4/3'ünün Müslüman olduğunu ifade etmiş.Bir gün Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) hazretleri dışardan eve geldiğinde hanımı ve kızları bakmışlar ki üzeri ıslak."Bey dışarda yağmur yok, sel yok, neden ıslandın?". Cevaben Merihten (Mars) geliyorum.Şuan oraya yağmur yağıyor ondan ıslandım , orada da sizin gibi insanlar var, orada da kardeşlerimiz bu yolun mensubu cematımız var. Gün gelecek sizi ziyaret edecekler.

Ocak 01, 2018

Mekke'nin fetih tarihi nedir? - Mekke ne zaman fethedildi?

'Mekke'nin fetih tarihi' merak edilenler arasında yerini aldı. Müslümanlar tarafından merak edilen Mekke'nin fetih tarihi ne zaman? merak edilenler arasında. Ülkemizde son yıllarda Mekke’nin fetih tarihi 10 gün önceye çekilerek Miladi 31 Aralık/ 1 Ocak’ta kutlanmaya başlandı.  Mekke’nin fethi, tarihi kaynaklara göre; (İbn İshâk, İbn Hişâm, Belâzûrî, Vâkıdî, İbn Esir, İbn Kesir, Taberî gibi pek çok tarihçinin ittifakla verdiği tarih) Hicrî takvime göre 20 Ramazan 8’de (Hicretin 8. yılı) gerçekleşmiştir. Bu Hicri tarih Milâdî takvime uyarlanınca 11 Ocak 630 tarihi elde edilir. İşte detaylar...

MEKKE'NİN FETHİ

Müslümanlarla Mekkeli Kureyşliler arasında Hudeybiye Antlaşması yapılmıştı. Mekkeli Kureyşlilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi bu antlaşmaya aykırı biçimde, Müslümanların himayesindeki Huzaa kabilesine saldırdı.

İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke'ye haber göndererek, öldürülenlerin kan bedellerinin ödenmesini veya Beni Bekir kabilesiyle olan ittifakın sonlandırılmasını, aksi halde Hudeybiye Antlaşması'nın bozulmuş sayılacağını ve savaşa mecbur kalacaklarını bildirdi. Mekkeliler, teklifleri reddettiler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Mekkeliler daha sonra fikir değiştirip Ebu Süfyan'ı Müslümanları bir barışa ikna etmesi için Medine'ye gönderdiler. Ancak görüşmelerden hiçbir netice alınamadı.

İslam peygamberi Hz. Muhammed, Hicret'in 8. yılı, Ramazan ayının 10. günü, 10 bin kişilik bir ordu ile Medine'den çıktı (1 Ocak 630).  20 Ramazan'da (11 Ocak 630) Hz. Muhammed ordusunu 4 kola ayırdı ve ordusuna şu emri verdi:

"Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz."

Hz. Muhammed hareket emri verdi ve Fetih Suresi'ni okuyarak Mekke'ye girdi. 3 kol herhangi bir direnişle karşılaşmazken Halid bin Velid'in komutasındaki 4. kol, İkrime bin Ebu Cehil önderliğindeki küçük bir saldırıyı geri püskürttü.

Hz. Muhammed, Mekke'ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan'a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti. Ardından içerisinde 360 put bulunan Kâbe'ye yöneldi. İsra Suresi'nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi. Daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kabe'yi tavaf etti.

Mekke'nin Fethi

İslamiyet'in İlk Savaşları

Tarih: 11 Ocak 630
Bölge: Mekke
Sonuç: Müslümanların kesin zaferi, Mekke'nin alınması.


Aralık 09, 2017

Yahudi İnancı ve Nil'den Fırat'a Büyük İsrail Projesi

Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Devleti Safsatası

CEHALET KORKUNUN, KORKU DA NEFRETİN ANASIDIR

Ülkemizde, kapağında İsrail’in ve Yahudiliğin sembollerinden olan Hz. Davud’un altı köşeli yıdızı veya Yedi Kollu Şamdanı olan kitaplar, yazarları gerçek bilim insanı olsunlar veya olmasınlar, korkuyla karışık bir merak uyandırdıklarından kolaylıkla çok-satarlar listesine girip hem yazarlarını hem de bu kitapların ticaretini yapanları memnun etmekteler.

Milli düzlemden dînî düzleme

Arap devlet adamlarının İsrail ile olan savaşlarında halklarını teşvik edebilmek için din faktörüne sarıldıklarını, Cihatlar ilan ettiklerini ve Fedayinleri dinsel motifleri kullanarak cepheye sürdüklerini biliyoruz.  Bu liderler, Arap ve Yahudi milliyetçilikleri arasında İsrail/Filistin coğrafyası üzerindeki toprak kavgasını, bir Müslüman-Musevi çatışmasına dönüştürmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.                 

Konuya vakıf akademisyenler haricinde pek az kişinin bildiği önemli bir husus, 25 Eylül 1969 tarihinde kurulan İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ), 21 Ağustos 1969 günü Michael Dennis Rohan isimli Avustralyalı dengesiz bir Hıristiyanın El Aksa Camiinde yangın çıkarmasını Yahudilere mal ederek yaratılan infial temel alınarak kurulmuş olmasıdır. Böylece, Arap liderler, İslam Dünyasını, dinsel dayanışma duygularını istismar ederek İsrail ile olan kavgalarına taraf ettiler.

Arz-ı-Mev’ud

Türkiye’de İsrail ve Yahudi konusuna ilgi duyan aydınların yanılgıya düştükleri hususlardan bir tanesi de ‘Vaat edilmiş toprakların yani ‘Arz-ı mevûd’un hudutları ile ilgili olup bu hudutların Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bazı toprakları da kapsadığı konusudur.

Arz-ı mev’ud’un hudutları Tevrat’ta  Nil ile Fırat nehirleri arasındaki coğrafya olarak gösterilmiştir. Gerçekten de, İslam dinince ‘Hak Kitap’ olarak nitelendirilen Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ın Yaradılış/Tekvin Bab 15’te “ O gün RAB Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: “Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları (...) senin soyuna vereceğim.” denilmektedir.

Aşağıda, Yaradılış Bab 15 temel alınarak Sözde Büyük İsrail’in sınırlarına atıfta bulunan bir haritayı görüyorsunuz.

Hz. İbrahim’in zürriyeti

Ancak, bu coğrafya Tanrı’nın  Hz. İbrahim’le yaptığı akit çerçevesinde tüm zürriyetine verdiği topraklardır. Bu toprakları münhasıran Yahudilere mal etmek için Hz. İbrahim’in zürriyetinin sadece Yahudilerden oluştuğunu varsaymak gerekir ki bu yanlıştır. Zira Tevrat’ta da yazılı olduğu gibi bu zürriyet sadece meşru oğlu Hz. İshak’ı değil, Hz. İbrahim’in Mısır’lı cariyesi Hacer’den olan Hz. İsmail dolayısıyla onu ataları olarak addeden ve günümüz Yahudilerinin ataları olan İbranilerle birlikte, Arapları da kapsamaktadır. Hz. İsmail’in baba tarafından yarım kardeşi Hz. İshak, Hz. Yakup’un (İsrail) babasıdır. Bugünkü Yahudiler isimlerini Hz. Yakup’un (İsrail) oğullarından Yehuda’nın payına düşen topraklarda yaşayan İbranilerden almışlardır. Yahudi = Yehuda’lı.

Hz. İbrahim’den 2000  sene sonra onun tek tanrılı dinini Hz. Muhammed sayesinde yeniden keşfeden  Arapların Yahudi amca oğullarından bu kadar nefret etmelerinin sebebini anlamak hakikaten güç olmakla beraber bunun Arapların meşhur bir atasözüyle açıklanabileceğini düşünüyoruz: “Aşiretimle birlikte komşu aşirete karşı, amca oğullarımla birlikte aşiretime karşı, kardeşlerimle birlikte amca oğullarıma karşı”...

Günümüz gerçeğinde, Nil ile Fırat arasındaki bu koca coğrafyada kardeşlerin birinin torunları (İsmailoğulları - Araplar), diğerine (İshakoğulları - Yahudiler) aynı toprakların bir kesri üzerinde yaşam hakkını çok görmekte ve onu yok etmeye çalışmaktadırlar.                                 

Arz-ı mev’ud konusunda kavram kargaşası

Arz-ı mev’ud konusunda kavram kargaşasını yaratan başlıca unsur Hz. İbrahim’in zürriyetine vaat ettiği coğrafya ile, Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkardığı ve İsrail topraklarına götürdüğü Yahudilere vaat edilen toprakların sınırları arasındaki farklılıktır.

Burada iki hususun açıklığa kavuşturulmasında fayda var:

Yahudilerin 400 sene esaret yaşayıp Hz. Musa önderliğinde terk ettikleri Mısır’a yani Nil Nehri’ne dönmek gibi bir merakları yok ve ‘El Toprağı’ olarak kabul ettikleri Babil Irmağı (Fırat’a) dönmek gibi bir merakları da yok. Babil kralı Nabukadnezzar tarafından günümüz Irak’ındaki Babil’e sürgüne gönderildikleri M.Ö. 586’dan Pers kralı Cyrus (Kuroş/Keyhüsrev) tarafından kurtarılmış oldukları ve M.Ö. 537’ye kadar süren Babil Esareti (Fırat Nehri) esnasında, “ Nasıl okuyabiliriz RAB’bin ezgisini el toprağında?”1  diye ağıt yakanlar gene İsrailoğulları yani Yahudi halkının kendisiydi.

 “Arz-ı Israil” olarak bilinen Kutsal Toprakların sınırı ise Güney’de Sina Çölü’dür. 10 Emir’in verildiği Sina Dağı, Sina Çölü’nde olmasına rağmen, Kutsal Topraklar’ın dışındadır. Zira, Tanrı Hz. Musa önderliğindeki İsrailoğullarını esareti tatmış nesillerin Kutsal Topraklara girmemeleri için Sina Çölü’nde 40 yıl dolaştırmıştır. Diğer bir deyişle, orası bir ara istasyon olarak telakki edilmektedir. Kutsal Toprakların doğu sınırı ise Ürdün Nehri’dir. Tanrı, hikmetini sorguladığı için, Hz. Musa’ya “İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a, ‘Senin soyuna vereceğim’ diye ant içtiğim ülke budur. Ülkeyi sana gösterdim, ama oraya gitmeyeceksin.”(giremeyeceksin) demişti. 2

Halkını Ürdün Nehri’nin doğu yakasına kadar getiren Hz. Musa, Hz. Yuşa*(İngilizce Joshua) Komutasındaki İsrailoğulları’nın Kutsal toprakları yabancılardan kurtarmasını göremeden, Ürdün Nehri’nin Doğu yakasında öldü ve orada Tanrı’nın kendisine verdiği ceza mucibince bilinmeyen bir yere gömüldü.  RAB, kulu Musa’nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu’ya (Hz. Yuşa3) şöyle seslendi: 2 “Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün halkla birlikte Şeria Irmağı’nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin.4 Bugünkü Ürdün Devleti’nin Hz. Musa’nın hayali mezarını başarı ile turistik bir mekân haline getirmiş olduğunu da zikretmiş olalım. Dolayısıyla, İsrail’in Ürdün Nehri’nin doğusunda, Sina Çölü’nde ve ötesinde dînî saiklere dayanan bir arazi talebi olması mümkün değildir.

Tevratı teşkil eden beş kitabın ikincisi ‘Mısır’dan Çıkış’ başlığını taşıyor. Burada Hz. Musa’nın önderliğinde İsrailoğulları’nın yerleşecekleri toprakların tanımını görüyoruz.

Mısır’dan Çıkış 3: 8 Bu yüzden onları Mısırlılar’ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. 5 Hz. Musa’nın vefatını müteakip Hz.Yuşa komutasında Ürdün Nehrinin doğu yakasından Arz-ı Mev’ud’a yani vaat edilmiş topraklara diğer adıyla Kenan ülkesine geçen İsrailoğuları orada bulunan ve  aralarında Hititler de olan yedi halkla savaşmışlar. Buradaki Hititler Kenan Topraklarının güney doğusunda yerleşik bir halk olarak görünüyor.

Diğer bir deyişle Ürdün Nehri’nin doğusunda kalan topraklar (bugünkü Ürdün Krallığı) vaat edilmiş toprakların dışında kalıyor !  Söz konusu toprakların tamamının münhasıran Kenan ülkesinde olduğunu gösteren haritayı görüyorsunuz.6  Yeri gelmişken, haritada Akdeniz kıyısındaki Gazze civarında Philistines /Filistinliler olarak görünen Ege kökenli halkın, M.S. 637’den itibaren Arap fetihleriyle aynı coğrafyaya yerleşen Araplarla yani günümüz Filistinlileriyle hiç bir alakası yoktur. Dahası, aynı coğrafyaya Palastina/ Filistin ismini veren unsur da Judea /Yehuda ismini unutturmak isteyen işgalci Roma İmparatorluğuydu. Zaten Filistinli Araplar da 20. asra kadar kendilerini Güney Suriyeli Araplar olarak tarif ediyorlardı.

Vaat edilmiş / Kutsal topraklar, Kenan toprakları olup kuzeyde Lübnan Dağları, doğuda Ürdün Nehri ve Güneyde Sina Çölü olmak üzere, Hz. Musa’nın Yahudileri esaretten kurtarıp yerleştirdiği coğrafyadır. Nitekim Tevrat’ın ‘Çölde Sayım’ bölümündeki 34. Bab’ın 1 ila 12. ayetlerinde bu sınırlar ayrıntılarıyla verilmektedir. 1 “RAB Musa’ya şöyle dedi: 2 “İsrailliler’e de ki, ‘Mülk olarak size düşecek Kenan ülkesine girince, sınırlarınız şöyle olacak...7



Ya Vaat EDİLMEMİŞ (!) Topraklar?

İsrailoğullarının yanlış anlamalarını önlemek açısından vaat edilmemiş toprakların sınırları da Tevrat’ta verilmiştir: Tevratın beş kitabının beşincisi ‘Yasanın Tekrarı’ (Tesniye / Deuteronomy) Bölüm2

2-3 “RAB bana, ‘Bu dağlık bölgenin çevresinde yeterince dolaştınız’ dedi, ‘Şimdi kuzeye gidin.’ 4- Sonra halka şu buyrukları vermemi söyledi: ‘Seir’de yaşayan kardeşlerinizin, Esavoğulları’nın ülkesinden geçeceksiniz. Sizden korkacaklar. Çok dikkatli davranın. 5 -Onları savaşa kışkırtmayın. Size onların ülkesinden hiçbir toprak parçası, ayağınızı basacak bir yer bile vermeyeceğim. Çünkü Seir dağlık bölgesini mülk olarak Esav’a verdim.”

9 “RAB bana, ‘Moavlılar’a düşman gözüyle bakma, onları savaşa kışkırtma’ dedi, ‘Onların ülkesinden hiçbir toprak parçasını sana mülk olarak vermeyeceğim. Çünkü Ar Kenti’ni Lut soyuna verdim.’ ”

16 “Topluluktaki bütün savaşçılar öldükten sonra, 17 -RAB bana şöyle dedi: 18- ‘Bugün Moav topraklarından ve Ar Kenti’nden geçeceksin. 19- Ammonlular’a yaklaştığında onlara düşman gözüyle bakma, onları savaşa kışkırtma. Çünkü mülk edinmen için Ammonlular’ın ülkesinden sana hiçbir toprak parçası vermeyeceğim. O ülkeyi mülk olarak Lut soyuna verdim.’” 8

Yukarıdaki haritada Edom, Moav (Moab) Ammon ve Bashan toprakları da görülüyor.  Seir dağlık bölgesi ise Edom topraklarında bulunuyor.

Din paradigmasıyla bakıldığında

Din paradigmasıyla bakıldığında, ilahi kaynaklı olması dolayısıyla Museviler için bağlayıcılığı olan metin sadece beş kitabı içeren Tevrat’tır. İlahi olmayan Peygamberler ve Yazılar bölümlerinin manevi, edebi ve tarihi değerleri yüksektir ama o kadar.

Dikkat ! İslam indinde ve dolayısıyla Türkçe’de  Tevrat denince, Peygamberler ve Yazılar bölümlerini de içeren Hıristiyanların Eski Ahit olarak tesmiye ettikleri Kutsal Kitap anlaşılıyor.  Bu son iki bölüm ilahi kaynaklı değildir. Yahudiler bu üç bölümün tamamına Tora(Tevrat)+Neviim(Peygamberler)+Ktuvim(Yazılar) in ilk hecelerinin birleştirilmesiyle elde edilen kısaltma ile (T-N-Kh ) TANAH diyorlar.  İslam dini TANAH’ın tamamını  Tevrat adı altında ilahi bir metin olarak kabul etmekte. Yazılar bölümü, İslam dini indinde Dört Hak Kitap’tan biri olan Zebur’u da ihtiva etmektedir.

Günümüz gerçeklerine dönecek olursak

Günümüz gerçeklerine dönecek olursak, Ürdün nehri ile Fırat nehri arasındaki coğrafyada Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Türkiye’nin güneydoğusunda 50 milyondan fazla insan yaşamakta. Kendi Filistinli Arap nüfusu ile demografik sorunları olan, ve tarihî anavatanı olup Yahudi Halkı’na ismini veren Yehuda/Judea’yı (Batı Şeria) Filistin’li Araplarla barış için paylaşmaya razı olan bir İsrail’in Fırat’a kadar olan coğrafyayı sınırlarına katacağını düşünebilmek geniş bir muhayyile gerektirir. Sina’yı 1956 ve 1967’de tamamen ele geçiren İsrail’in barış karşılığı oraları iade etmiş olması ve bunun dini-bütün kitleler nezdinde bir protestoya sebebiyet vermemiş olması da bunun ilave bir kanıtıdır.

Özetle, “Nil’den Fırat’a Yahudi Devleti” masalının Arap devletlerinin İsrail’i Türkiye için stratejik bir tehdit olarak algılatmak ve tüm İslam dünyasını Arap milliyetçiliğinin davasını gütmeye seferber etmek  için kullandıkları bir saptırma olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır.

Not: Arama motorundaki kolaylık ve orijinal Tevrat, Peygamberler ve Yazılar bölümlerini içeren metinlerin Türkçelerinin mevcut olması açısından Bursa Protestan Kilisesi’nin Web sitesi kullanılmıştır.

kaynak:

1 İslam dini indinde dört hak kitaptan biri olan Zebur’da Mezmur 137:4 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=mez%20137

2 Tevrat,Yasanın Tekrarı 34:4 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=yas%2034

3 * Hz. Yuşa’nın İstanbul Boğazının Anadolu yakasında Türbesinin bulunması çok ilginç. Anlaşılan, Hz. Yuşa, Hz. Musa’nın vefatını müteakip, Ürdün Nehri’ni Batı’ya doğru aşıp Vaat Edilmiş Topraklara (İsrail’e) girdikten sonra, hızını alamayıp daha henüz kurulmamış olan Bizans’a kadar gelmiş ve burada (İstanbul’da) ölmüş ! !

4 (Tanah) Peygamberler, Yeşu (Yuşa) 1:1-2 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=ysu%201

5 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=cik%203

6 http://www.bible-history.com/map-israel-joshua/index.html

7 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=say%2034

8 http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=yas%202

Ekim 14, 2017

Eyyub Falih Hasan Kimdir (Ebu Azrail - Azrail'in Babası) Kimdir

Haşdi  Şabi, geçtiğimiz aylarda, İran’ın resmi kolluk gücü oldu ve önemli yetkilerle donatıldı, geçtiğimiz hafta Barzani’nin PKK’yı tehdit etmesi ile bölgeye İran adına giderek KYP ve PKK arasında arabuluculuk yaptı, bölgedeki İran etkisini ifade ediyor.

Musul Operasyonunda batı bölgesine açılan yolları tutarak, IŞİD’in Musul Batısı ile iletişimini ve ikmalini keserek kuşatmanın tamamlanmasını sağlayan Haşdi Şabi, açıklamaları ile çok söz getiriyor, unvanı Ebu Azrail olan Haşdi Şabi, bu unvanı IŞİD’li esirleri parçalamasına borçlu.

Azrailin Babası olarak anılan Şii Milis Önderi, Türkiye’yi sık sık tehdit ederek IŞİD ile birlikte olmakla suçluyor, İran’ın PKK’yı Telafer-Kerkük hattına IŞİD ile savaşma bahanesi ve Şii Milis maskesi ile taşıyacağının iddiasının da çekirdeğini oluşturuyor. Irak ile ilgili her şeyde etkinliğini koruyan kendisi,  ABD’nin sevmediği ancak mecbur olduğu bir isim, o olmasa Musul Operasyonunun etkileri ve kayıpları nasıl olurdu tahmin bile etmek istemeyen Batı, ilk kez İran ve milisleri ile müttefik durumunda oldukları bir konuma sahip.

Haşdi Şabi, İranlı Milislerin lideri olarak “Felluce’de bir fişek patlasın bak onları nasıl unufak edeceğim.” diyerek Türkiyeyi tehdit ediyor, belki de PKK ile olan yakınlaşması ve arabuluculuk ile Kürtçü terör örgütlerinin kontrolünü almaya çalışmaları da bu yüzden, doğal müttefiklikleri politik bağları ile güçlendirmek. İleride Sünni terör örgütü IŞİD’den kurtulduktan sonra bir de üstüne Şii bir terör örgütü ile uğraşır mıyız, bu örgütleri de PKK ile müttefik görür müyüz, Suriye’de hiç olmadığı kadar güçlenen PYD’yi Rusya bize karşı kullanır mı? Rakka’ya yürüyen PYD ileride ne şekilde bir güç elde eder, Suriye  Ulusal Direniş Konseyi ile beraber, Suriye Demokratik Güçleri gibi diğer Kürtçü örgütlerin kendi içindeki çıkar çatışmaları, Esad’ın giderek ilerlerken, Sünni Terör örgütlerinin ÖSO içerisinden ya çıkarak ya da çıkmadan birbiri ile atışmaları, gelecekte altı yedi yıldır alışık olduğumuz kaotik düzeni daha farklı bir dinamik ve statikte karşımıza koyacak gibi duruyor.

“Ebu Azrail” olarak tanınan Eyyub Falih HASAN, ibadi başkanlığında, Bağdat’ta üst düzey komutanlarla bir toplantı yapıldığını, ibadi’nin Haşdi Şabi, Altın Kuvvetler, Federal Polis ve Irak ordusundan birliklerin, başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelere saldırı için hazırlanması talimatı verdiğini söyledi.Şii komutan, toplantıya katılan İmam Ali Ketibeleri Komutanı Haci Şıbil Zeydi ile diğer komutanların, Kürtlerle savaşıp, Kürt kanı dökmek istemediklerini söylediğini belirtti. Ebu Azrail, “Şu an bütün güçler teyakkuzda. Üstlerimizden gelecek emirleri bekliyoruz. Emir geldiği an saldırıya geçilecek, tartışmalı bölgelere yayılacağız. Ancak hiçbir şekilde Peşmerge Güçleri ve Kürtlere karşı savaşmak istemiyoruz” ifadelerinde bulundu.Kaynak: Haşdi Şabi komutanı Ebu Azrail: Büyük olaylar yaşanacak


Ocak 30, 2017

Kabir Azabına Sebeb Olan İstibra Nedir

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz  buyurur: “Kabir azâbının çoğu, necâsetten gereği gibi sakınmamaktan kaynaklanır.” (İbn-i Mâce, Tahâret, 26)

İSTİBRA NEDİR?

Küçük abdest bozduktan sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temizleme işlemine fıkıh dilinde “istibrâ” denilir. Özellikle erkekler açısından istibrâ daha önemlidir. Şayet özür hali söz konusu değilse vücuttan idrar sızıntısı olduğu sürece abdest geçerli olmaz.

Bunun için de idrarın vücuttan iyice çıkmasını beklemek, bu amaçla biraz hareket etmek, yürümek veya öksürmek gerekebilir. İdrar sonrası abdest alınmayacak olsa bile, temizlik iyi yapılmadığında geriye kalan idrar sızıntısı elbiseye bulaşacağından bu temizliğe dikkat edilmesi her zaman önemini korumaktadır.

Bunun için Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz idrardan sakınmayı emretmiş, kabir azabının çoğunun idrardan sakınmama sebebiyle olacağını haber vermiştir (Buhârî, “Vudû”, 55; İbn Mâce, “Tahâret”, 26).


İSTİNCA NEDİR?

Çevre temizliği kadar beden ve elbise temizliği de gerek kişinin sağlığı ve beşerî ilişkileri gerekse ibadet hayatı için önem taşıdığından literatürde “istincâ” terimiyle ifade edilen temizlik yani büyük abdest bozulduktan sonra dışkı ve idrar yollarında yapılacak dışkı, idrar vb. temizliği de müslümanın hayatında ayrı bir önem taşır. Aslolan bu temizliğin su ile yapılmasıdır.

Hatta su ile temizliğin İslâm toplum ve medeniyetinin en belirgin vasıflarından biri olduğu ve bu sebeple müslümanların kavuştukları beden ve elbise temizliğinin Batılılar tarafından da hayranlıkla ifade edildiği görülür. Su bulunmadığı takdirde bu temizliğin en uygun temizlik araçlarıyla yapılması gerekir.

Temizlik sol elle yapılmalı, suyun ve diğer temizlik araçlarının kullanımında israftan kaçınılmalı, fakat temizliğin titizlikle yapılmasından da ödün verilmemelidir.

Fıkıh kitaplarında eğitim ve ilim aracı olduğu için kâğıdın istibrâ ve istincâda kullanılması doğru bulunmamış ise de günümüzde iki kâğıt türü birbirinden ayrıldığı ve kâğıdın imal ve temini kolaylaştığı için, özellikle büyük abdest temizliğinde suyun kullanımı ve kurulanma kaçınılmaz olmuştur.


Ocak 29, 2017

Şeyh Nazım El Kıbrısi Başkanlık Sistemi ve Hilafet

Şeyh Nazım Kıbrısi efendi, 2004 yılında buyurmuştur: “Bu zaman Efendimizin buyurduğu zamandır. “ Hazreti Mehdi’nin zamanı 7 senedir. O’nun zamanında Deccal de gelecektir.  Deccal’i öldürmek için İsa As. gökyüzünden gelecektir.

O büyük harbin sebebi Türkiye olacaktır. Türkiye’deki hareket büyük harbe dönüşecektir. Türkiye’nin başındakiler Avrupa’ya bağlanalım, Amerika’ya bağlanalım, Rusya’ya bağlanalım diyecekler. Sonunda Rusya’ya bağlanalım diyenler galip olacaktır. Rusya ile beraber olunca bütün Rusya karşıtı devletler ayağa kalkacaktır. Büyük Harp İskenderun’da Amuk ovasında olacaktır. Bir milyon islam tarafından asker gelir. Bir milyon da kafir Rus tarafından asker gelir. Büyük muharebe olur.

TÜRKİYEDE BİR İNKILAP OLUR

 Şeyh nazım kıbrısi hzleri 101 olay olur mehdi çıkmadan diyordu. 99 u gerçekleşti buyurdu ve ve geriye iki tane kaldı dedi.

1) Türkiye de bir inkılap olur: bunun ne olacağını söylemedi. ben 3 sene içinde (2009+3: 2011) bir şey olacağı kanaatindeyim. Belki bu AKP hükümeti, belki de 2011 de olacak seçimde başa geçecek parti.

Buyurdu ki Türkiye’ye bir iktidar gelir ve sadece "bir" bölge komünist şekilde yönetilmeye başlar.

2) Armagedon: Bakalım görelim. 3 sene içinde olacak dedi şeyh Nazım Kıbrısi hazretleri.  Olmadan üç ay kadar öncesinde Türkiye- Suriye sınırı açılır dedi.

2011 yılında bir iktidar başa geçecek. (2011 Haziran seçimlerinde AKP üçüncü kez iktidara geldi.)
Bir bölgede komünist bir yönetim.
Armageddon 3 sene içinde olacak. (2009’a göre 2011 yılında savaş olmadı.)
Armageddon savaşından 3 ay önce Suriye sınırı açılır.

1. Türkiye’de idare önce çok bozulacak.
2. Zorlu ameliyatlarla Türkiye düzelecek ve başlarında Müslüman (dindar) kimseler bulunacak.
3. Türkiye Avrupa’dan dışlanacak. Amerika Türkiye’ye destek verecek.
4. Yunanistan Türkiye’ye saldıracak ve bozguna uğrayacak.
5. Rusya, Türkiye’ye ve Avrupa’ya saldıracak. Avrupa’da taş üstünde taş bırakmayacak. Türkiye’den 6. 6 ayda geri çekilecek.
7. Suriye bize düşmanlık edecek. Hatay’ı isteyecek.
8. İsrail, Suriye’yi işgal edecek.
9. 3. Dünya savaşı çıkacak.
10. Mehdi As. teşrif edecek.
11. Deccal çıkacak.
12. İsa As. geri dönüp Deccalı öldürecek.akfırat efendi,melhamei kübra,mehdi,a.s.,
13. Yec’üc mec’üc çıkacak. (Dede efendi bunlar Çinliler diyor!)

Hz.Mehdi Zuhur Alameti Ramazan Ayındaki Nida (Ses)

Rivayetlerde belirtilen gökyüzünden gelen birinci dehşet verici ses, Cebrail (a.s) ait olacağı ve gelecek olan
Hz.Mehdi'ye tabi olmamızı emredecektir.

Yeryüzünden gelen ikinci ses şeytana ait olacaktır."Biliniz ki hak Osman bin Affan ve onun taraftarlarındadır. Doğrusu o, mazlumca öldürüldü" diye seslenecektir.

Bu ses aşağıdaki rivayetlere göre Ramazan ayının 23.gecesi olan Cuma gününde vuku bulacaktır. 2015 yılı bu konuda isabetli bir yıldır (En doğrusunu Allah (c.c) bilir).

23 Ramazan 1435 (2014) Pazartesi
23 Ramazan 1436 (2015) Cuma
23 Ramazan 1437 (2016) Çarşamba
23 Ramazan 1438 (2017) Pazar
23 Ramazan 1439 (2018) Perşembe
23 Ramazan 1440 (2019) Salı
23 Ramazan 1441 (2020) Cumartesi
23 Ramazan 1442 (2021) Çarşamba
23 Ramazan 1443 (2022)  Pazartesi
23 Ramazan 1444 (2023)  Cuma

İmam caferi sadık aleyhisselam şöyle buyurdu:“ Gökten nida (ses) gelecek olan yıldan önce Recep ayında bir alamet vardır. Arzettim ki: o alamet nedir? Buyurdu ki: Aydan bir çehre ortaya çıkacak ve açık bir el görünecek.(Gaybet-i Numani)



Şeyh Nazım Kıbrısi ve Hilafet Sahibi Kimdir (Şehzade Selim Faruk)




Şeyh Nazım Kıbrısi (Dünyanın Ömrü) Hakkında Sohbeti



Şeyh Nazım Dilinden (Melhame-i Kübra ve Amik Ovası Gerçeği)



2023 YILI DİNİ VAKİTLER


01 Recep     1444    23-01-2023 Pazartesi      AYBAŞI
04 Recep     1444    26-01-2023 Perşembe       REGAİP KANDİLİ
26 Recep     1444    17-02-2023 Cuma           MİRAÇ KANDİLİ
01 Şaban     1444    21-02-2023 Salı           AYBAŞI
14 Şaban     1444    06-03-2023 Pazartesi      BERAT KANDİLİ
01 Ramazan   1444    23-03-2023 Perşembe       AYBAŞI
26 Ramazan   1444    17-04-2023 Pazartesi      KADİR GECESİ
01 Şevval    1444    21-04-2023 Cuma           AYBAŞI
01 Şevval    1444    21-04-2023 Cuma           RAMAZAN BAYRAMI
01 Zilkade   1444    21-05-2023 Pazar          AYBAŞI
01 Zilhicce  1444    19-06-2023 Pazartesi      AYBAŞI
10 Zilhicce  1444    28-06-2023 Çarşamba       KURBAN BAYRAMI
01 Muharrem  1445    19-07-2023 Çarşamba       HİCRİ YILBAŞI
10 Muharrem  1445    28-07-2023 Cuma           AŞURE GÜNÜ
01 Safer     1445    17-08-2023 Perşembe       AYBAŞI
01 R.Evvel   1445    16-09-2023 Cumartesi      AYBAŞI
11 R.Evvel   1445    26-09-2023 Salı           MEVLİT KANDİLİ
01 R.Ahir    1445    16-10-2023 Pazartesi      AYBAŞI
01 C.Evvel   1445    14-11-2023 Salı           AYBAŞI
01 C.Ahir    1445    14-12-2023 Perşembe       AYBAŞI





Kasım 17, 2016

Tasavvufta (Hiç'lik) Nedir

TASAVVUF; NEFSÂNÎ İHTİRASLARI BERTARAF ETMEKTİR

Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binâen, Kurʼân-ı Kerîmʼde arka arkaya tam yedi kez yemin ettikten sonra beyân eder ki:

“Nefsini kötülüklerden arındıran (maddî ve mânevî kirlerden temizleyen) mutlakâ kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere gömen de elbette hüsrâna uğramıştır.” (eş-Şems, 9-10)

Bugün global kültür istîlâsı, nefsâniyeti tahrik eden reklâmlar, lüks ve israfı kamçılayan modalar, televizyon ve internetin menfî telkin ve propagandaları, müthiş bir mânevî erozyon ve kirlenmeyi beraberinde getirdi. İnsanların akıl ve gönül dünyaları hercümerç oldu. Gâye ile vâsıta birbirine karıştı. Yaşamak için yiyip içmek yerine, yiyip içip tüketmek için yaşanır oldu. Kalpler dünyanın esiri, nefisler şehevî arzuların kölesi hâline geldi. Ruhlardaki tatminsizlik, insanlığı ferdî ve ictimâî buhranlara sürükledi. En nihâyet, bütün uhrevî endişelerden uzak, âdeta âhiretsiz bir dünya anlayışı insanlara telkin edildi.

Bu sebeple bugün, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi demek olan tasavvufî terbiye, çok daha büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü tasavvuf; hamd, şükür, rızâ, zühd, istiğnâ ve kanaat eğitimidir. Esas hayatın âhiret hayatı olduğu gerçeğini idrâk ederek, gönlü dünyanın gelgeç nefsânî arzularının esaretinden kurtarmaktır.

TASAVVUFTA HER ŞEY, “HİÇ”LİĞİ İDRAKTEN SONRA BAŞLAR

Tasavvufun mücâdelesi; iç âlemden, varlık, benlik, gurur ve kibri kazıyıp atarak hiçlik ve yokluk hâlini idrâk ettirmektir.

Ârifler Sultânı Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, hâcegândan, yani ilim erbâbı hoca efendilerden idi. Buna rağmen, mânevî intisâbının ilk yıllarında, insanların gelip geçtiği yolları temizlemiş, hastalara, âcizlere, hattâ yaralı hayvanlara hizmet etmiştir. Bu şekilde, büyük bir tevâzû ve hiçliğe bürünmüştür.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de, kendisine ilimde “Şemsüʼş-Şümûs”, yani “Güneşler Güneşi” denildiği bir zamanda, Abdullâh-ı Dehlevî Hazretleriʼnin dergâhına gitmişti. Fakat Dehlevî Hazretleri onu karşılamaya bile çıkmadı. Üstelik onu dergâhının ne mihrâbında, ne de kürsüsünde vazifelendirdi. Önce enâniyetin bertarâfı ve hiçliğin tahsili için, onu helâ temizliğiyle vazifelendirdi.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri de Bursa kadısı iken, Üftâde Hazretleriʼnin dergâhında hiçlik ve yokluğa erebilmek için, benzeri merhalelerden geçti. Süslü kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Gurur, kibir ve enâniyeti bertaraf eden bu nevî merhaleler neticesinde, cihan pâdişahlarına istikâmet veren, büyük bir mürşid-i kâmil oldu. Şimdiye kadar sayısız kadı geldi geçti; fakat onlar içinde Hüdâyî Hazretleri, bu husûsiyeti sebebiyle 400 seneden beri gönüllerde yaşamaya devam ediyor.

İşte tasavvufta her şey, “hiçlik” hâlini idrâk ettikten sonra başlar.

Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.”[1]

“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[2]

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

NEFSİN EN ZOR TERK EDEBİLDİĞİ KÖTÜ HUY; GURUR, KİBİR VE ENÂNİYET

Nefsin en zor terk edebildiği kötü huy ise; gurur, kibir ve enâniyettir. İlk mutasavvıflardan Ebû Hâşim es-Sûfî:

“Kalpte yer etmiş bir kibri kazımak, dağları iğne ile kazmaktan daha zordur.” buyurmuştur. Fakat bu başarılmadıkça da, mânen tekâmül edebilmek ve dînin hedeflediği “kâmil insan” hâline gelebilmek mümkün değildir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte;

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennetʼe giremez.” buyrulmuştur. (Müslim, Îmân, 147)

Bu bakımdan; gurur, kibir, ucub ve enâniyet; mânevî yolun kanseridir. Tasavvufî terbiyenin gâyesi de; nefsaniyetten doğan “ene” yani “ben” demeyi terk edip, enâniyete iptal mührünü vurabilmektir.

Ârif gönüllerde husûsî bir yeri bulunan Hallâc-ı Mansûrʼun hâlini, mânâ âleminde seyredenlerden nakledildiğine göre; onu darağacında astıkları vakit İblis yanına geldi ve:

“–Bir «ene» sen dedin, bir «ene» de ben dedim. Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime ise lânet yağıyor!” diye sordu.

Hallâc, İblis’e şöyle cevap verdi:

“–Sen, «Ene» demekle kendini Âdem’den üstün gördün. Kibrini ortaya koydun. Ben ise «Ene’l-Hak» dedim, kendi varlığımı Hak’ta yok ettim. (Tıpkı bir nehrin okyanusa karışınca artık nehirliğinden iz kalmaması gibi benliğimi erittim, Rabbime tam bir teslîmiyetle râm oldum.)

Benliği ortaya koymak demek olan kibir, Cehennem alâmetidir. Benliği bertaraf etmek, yani Hak’ta fânî olmak ise, «hîç»liğin ifâdesidir. Bu sebeple bana rahmet, sana ise lânet ve zillet indi.”

Şeytan -aleyhillâ‘ne-, Cenâb-ı Hakkʼın emrine îtiraz edip Oʼna karşı ilk isyânı işlediğinde, günahını itiraf edip af dileyeceği yerde, gurur, kibir ve enâniyetinin esiri olup hatâsında ısrar etti, günahından pişmanlık duymadı. Nefsini kınayıp tevbe edeceği yerde, inat ve gururunun kurbanı oldu. Böylece Cenâb-ı Hakkʼın lânetine dûçâr oldu.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ile Hazret-i Havvâ vâlidemiz de, şeytana uyup Allâhʼın yasakladığı ağacın meyvesinden tadarak, insan neslinden zuhûr eden ilk günahı işlediler. Fakat onlar, şeytanın yaptığı gibi hatâlarını bahânelerle örtbas edip kendilerini temize çıkarmaya çalışmak yerine, hemen nefislerini kınayıp gerçeği samimiyetle îtiraf ettiler:

“Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlakâ ziyan edenlerden oluruz.”(el-A’râf, 23)

Yanlıştan dönme fazîletini sergileyip, pişmanlık ve mahcûbiyet içinde, Cenâb-ı Hakkʼın rahmet ve mağfiretine sığındılar. Samimî gözyaşlarıyla yaptıkları tevbe ve istiğfarları Cenâb-ı Hak tarafından kabul olununca da, ilâhî lûtfa nâil oldular.

Bu bakımdan tasavvufun en büyük mücâdelesi; Rabbine karşı nefse haddini bildirmektir. Zira nefis, ibadet hâlinde dahî kendini beğenir, başkalarının noksanlıklarına takılarak dolaylı yoldan kendini üstün görür.

MAHKEME KADIYA MÜLK DEĞİLDİR

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, Gülistan adlı eserinde şu hâtırasını nakleder:

“Çocukluğumda da ibadetlere çok düşkündüm. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Bâzı kimseler ise etrafımızda uyuyorlardı. Babama:

«–Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.» dedim. Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:

«–Oğlum! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!» karşılığını verdi.”

Yani babası Sâdî’ye âdeta şu dersi veriyordu:

“–Senin hor gördüklerin, seher vaktinin feyzinden mahrum iseler de, onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor. Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günahı yazıldı…”

İşte nefsin, bu misalde olduğu gibi “sûret-i hak”tan görünen sayısız tuzakları vardır. Kendinde bir varlık hissederek nefsânî bir üstünlük duygusuyla “ben” diyen kimse -isterse mâneviyat yolunda hizmet eden öndeki bir mürşid olsun- yolun hakîkatinden uzaklaşmış demektir.

Bilhassa günümüzde bâzı mânevî rehberlerin, kendilerine bir güç izâfe edercesine, egoist ve mağrur tavırlar içine girmeleri, temsil ettikleri yola da zehir serpmekte, bulundukları mânevî yolun nezâket ve zarâfetini de lekelemektedir. Hâlbuki; “Mahkeme kadıya mülk değildir.” sözünde de ifâde edildiği gibi, tasavvuf yolu, hiç kimsenin hakk-ı müktesebi değildir…

Dipnotlar:

[1] Attâr, Tezkire, s. 622.

[2] Attâr, Tezkire, s. 629.


Kasım 10, 2016

Ve O Gün Yaklaşmakta (Kıyamet ile İlgili Ayetler)

Kıyamet günün zamanı

Ve: "Eğer gerçekçiyseniz bu vaad ne zaman olacak?" diyorlar.

De ki: "Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz." (SEBE/29-30)

Yaklaşan yaklaştı. Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. (NECM/57-58)

(Onlar): "Doğru iseniz bu tehdit ne zaman olacak?" diyorlar

De ki: "(O'na ait) bilgi, Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım." (MÜLK/25-26)

Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.

Sen nerde, onu anlatmak nerde?

Onun son ilmi Rabbine aittir. (NAZİ'AT/42-44)

İnsanlar sana kıyamet saaatini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyamet yakında olur." (AHZAB/63)

Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın şanı yücedir. Kıyâmet saatinin bilgisi de yalnız onun yanındadır. Siz sadece O'na döndürüleceksiniz. (ZUHRUF/85)

Sana, ne zaman kopacak diye kıyamet vaktini soruyorlar. De ki; onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onu tam vaktinde koparacak olan O'ndan başkası değildir. Onun ağırlığına göklerde ve yerde dayanacak bir kimse yoktur. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (A'RAF/187)

Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır. (LOKMAN/34)

Kuşkusuz o hüküm günü kararlaştırılmış bir vakit olmuştur. (NEBE/17)

Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (NAHL/77)

Kıyamet günü kesin bir gerçektir

Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)

(Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. (CASİYE/26)

Olacak vak'a olduğu zaman

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. (VAKİ'A/1-2)

Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır. (MÜRSELAT/7)

Kıyamet saatinden kaçış yoktur

Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar. (KEHF/53)

Yaklaşarak gelmektedir

Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır! (ŞURA/17)

İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar. (ENBİYA/1)

Yaklaşan yaklaştı. (NECM/57)

Apansız gelecektir

Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler. (YASİN/49-50)

Doğrusu bu azap onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir. (ENBİYA/40)

Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar? (MUHAMMED/18)

Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar? (ZUHRUF/66)

Tek bir çığılıktan ibarettir

Çünkü O (sura üfürmek) zorlu bir kumandadan ibarettir ki, derhal onların gözleri açılıverir. (SAFFAT/19)

Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir. (YASİN/49)

Daha önce ne tanınmış, ne görülmüştür

Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır. (KAMER/6)

Kıyamet gününün tasviri

Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,

Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,

Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman.

O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. (ZİLZAL/1-5)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,

Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,

İşte o gün olacak olur.

O gün gök yarılmış, sarkmıştır. (HAKKA/13-16)

O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.

Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur.

Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur. (NEBE/18-20)

Dağlar serpildikçe serpildiği

Dağılıp toz duman haline geldiği (VAKİ'A/5-6)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur.

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (MEARİC/8-9)

Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)

(Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak."

"Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak."

"Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin." (TAHA/105-107)

Kıyamet günü insanlar kabirlerinden çıkıp toplanırlar

Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır. (KEHF/99)

Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar. (YASİN/51)

Göklerde ve yerde olan herkes korkuya kapılmıştır

Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler. (NEML/87)

Kafirler simalarından tanınırlar

Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından tutulur. (RAHMAN/41)

Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı. (KALEM/43)

Sûr'a üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göğermiş olarak mahşerde toplayacağız. (TAHA/102)

Kafirlerin yüzleri kapkaradır

Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi? (ZÜMER/60)

Gözleri dehşet içindedir

Ey Peygamber! Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil olduğunu sanma! Ancak Allah, onların cezalarını, gözlerin dışa fırlayacağı güne erteler.

O gün, başlarını dikerek koşacaklar, gözleri kendilerine bile dönmeyecek ve gönülleri bomboş kalacaktır. (İBRAHİM/42-43)

Müminler nurlarından tanınırlar

O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): "Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir." (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!

O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir: "Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım?" Onlara: "Arkanıza dönün de nur arayın!" denilir. Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır. (HADİD/12-13)

Yüzler var ki, o gün parıl parıl,

Güler, sevinir. (ABESE/38-39)

Kıyamet günü Allah'ın izni olmadan kimse söz söyleyemez

O gün gelince Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi de mutludur. (HUD/105)

O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin. (TAHA/108)

Kıyamet günü sorgulanırlar

Kıyamet saatinin gelip çattığı gün suçlular, her ümidi keserler.

Allah'a ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecekler de bulunmaz. Onlar, o zaman Allah'a koştukları ortakları inkâr ederler. (RUM/12-13)

O gün ki, hepsini mahşere toplayacağız, sonra da o şirk koşanlara "Haydi yerlerinize! Siz de, ortak koştuklarınız da!" diyeceğiz. Artık aralarını iyice açmışız. O ortak koştukları şeyler, "Siz bize tapmıyordunuz ki." diyecekler.

"Şimdi sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter. Sizin bize ibadet ettiğinizden bizim haberimiz yoktur" (diyecekler). (YUNUS/28-29)

Ve hele o gün Allah onları çağırarak: "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani, nerede?" diyecektir. (KASAS/74)

Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri onlara şöyle der: "Bu, bir gerçek değil midir?". Onlar da: "Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir" derler. Rableri de onlara: "Öyleyse inkârınız sebebiyle azabı tadın!" der. (EN'AM/30)

Ve o Allah'a ortak koşanlar, ortak koştuklarını (putları) gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır" diyecekler. Koştukları ortaklar da onlara; "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.

O gün Allah'a teslim bayrağını çekerler, bütün o uydurdukları şeyler kendilerini bırakıp kaybolup gitmişlerdir. (NAHL/86-87)

Ve o (kıyamet) günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: "Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın." Müşrikler onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir engel koymuşuzdur. (KEHF/52)

Ve durdurun onları, çünkü sorguya çekilecekler. (SAFFAT/24)

O gün hepsini mahşere toplayacağız. Sonra Allah'a ortak koşanlara: " Hani nerede o Allah'a ortak saydığınız ortaklarınız?" diyeceğiz.

Sonra, (Onlar): "Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik" demekten başka bir özür bulamayacaklar.

Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler! O uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolup gitti. (EN'AM/22-24)

O gün Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?" diyecektir.

(O gün) haklarında azaba itilme, hükmü gerçekleşen kimseler, "Rabbimiz! Biz nasıl azmışsak, işte bu azmışları da öylece azdırdık. (Onların suçlarından) beri olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bizlere tapmıyorlardı." derler.

"(Allah'a koştuğunuz) ortaklarınızı çağırın!" denir, onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap vermezler ve (karşılarında) azabı görürler. Ne olurdu (dünyada iken) doğru yola girselerdi!

O gün Allah onları çağırıp "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir. (KASAS/62-65)

Kıyamet günü herkes tek başına sorgulanır

Kıyamet günü onların herbiri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır. (MERYEM/95)

İnsanlar üç sınıf olacaktır

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

İşte o yaklaştırılanlar, (VAKİ'A/7-11)

Müminlerin kitabı sağdan verilir

Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı.."

"Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim" der.

Artık o hoşnut bir hayattadır.

Yüksek bir cennettedir. (HAKA/19-22)

Kafir olanların kitabı soldan verilir

Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi de,

Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,

Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı . (HAKKA/25-27)

Allah kıyamet günü Şeytanı ve dostlarını haşredecektir

Rabbine andolsun ki biz onları (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirleri) şeytanları ile beraber elbette ve elbette mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak cehennemin etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız (ki cennetlikleri görüp hasret çeksinler) (MERYEM/68)

Kıyamet günü hassas teraziler kurulur

Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz. (ENBİYA/47)


Kasım 09, 2016

Hz.Zülkarneyn ve Ye'cüc Me'cüc Hadisler

Bu yazı da Hz Zülkarneyn ile alakalı, hem kendi düşüncelerimi hemde güçlü görüşlere yer vermeye çalışacağım.

 Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudiler bir kaç kafiri kandırarak Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek Ona şu üç şeyden sormalarını tavsiye etmişler: Ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn'in kim olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine kehf suresi nazil olmuştur. Öncelikle zülkarneyn hakkındaki ayetlere bakalım;

 Bir de sana Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım." (Kehf Suresi, 83)

  O'nu biz dünyada kudret sahibi kıldık ve muhtaç olduğu herşeye ulaşacak bir sebep verdik.
(Kehf Suresi, 84)
  
O da (batıya doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 85)

 Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara balçıklı bir gözede batmakta buldu, yanında (kafir) bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, ya (onlara) azab edersin veya onların hakkında iyi davranırsın." (Kehf Suresi, 86)

 Zülkarneyn: "Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır" dedi. (Kehf Suresi, 87)

 "Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükafat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88)

 Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 89)

 Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu. (Kehf Suresi, 90)

 İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır. (Kehf Suresi, 91)

 Sonra (kuzeye doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 92)

 İki seddin arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 93)

 Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu dünya'da bozgunculuk çıkarıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)

 Zülkarneyn: "Rabbimin bana verdiği (imkan ve kudret, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" dedi.
(Kehf Suresi, 95)

 "Bana demir kütleleri getirin" dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince "körükleyin!" dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran) dökeyim." (Kehf Suresi, 96)

 Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. (Kehf Suresi, 97)

 Zülkarneyn: "Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır" dedi. (Kehf Suresi, 98)

 Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre, Zülkarneyn'in bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn, üstün yeteneklere, geniş kudret ve imkanlara sahipti. Bilgili, kültürlü, dünya coğrafyasının önemli bir kısmını bilen ve ilâhî yardıma mazhar olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren, onları cezalandıran, ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre hareket eden ve iyi ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı.

İşte Zülkarneyn'in anlatıldığı ayetler bunlardı. ayetlerin tefsirleriyle birlikte Zülkarneyn ve Ye'cuc ile Me'cuc hakkındaki düşüncelere bakalım..

 Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve malik demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuzlu ve iki zaman sahibi şeklinde tercüme edilir. Zülkarneyn'in Hz. İdris (Enok) olabileceği de söyleniyor. Çünkü tevratta da adı geçen Enok'un Zülkarneyn ile birçok benzerliği vardır. Enok tarih kitaplarınave hadislere göre hz idris dir. Enok'un Allah tarafından göğe yükseltildiği ve geleceği meçul olduğu tevratta anlatılır. Öncelikle kehf suresinde zülkarneyn anlatılırken ordaki "sebep" kelimesini açalım. 

Serhat Ahmet Tan ve İskender Türe'nin Görüşleri
O'nu biz dünyada kudret sahibi kıldık ve muhtaç olduğu herşeye ulaşacak bir sebep verdik.
(Kehf Suresi, 84)

Sebep kelimesi kuranda sadece 9 yerde geçmektedir ve bunun 4 tanesi kehf suresinde geçer. Zülkarneynde anlatılan sebebin ne manaya geldiğini anlamak için diğer ayetlerede bakmak lazım.

Firavun: "Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap. Ordan sebeplere erişeyim." dedi. (Mü'min Suresi, 36)

 Burda firavun haman ismindeki yardımcısından ona bir kule yapmasını ve bu sayede sebeplere ulaşacağını söylüyor. burdaki sebep kelimesi gök manasına geldiği çok açıktır. Sebep kelimesi arapça kökü itibariyle ip anlamına gelmektedir. bu ip bir hurma ağacına tırmanmaya yarayan bir iptir. Yani göğe çıkmaya yarayan bir iptir. Bu demek oluyorki zülkarneyn göklere doğru bir yolculuk yapmış olabileceğini gösterir. Kehf suresi baştan sona gizemli bir sure ve tamamen zamanın nasıl davrandığını gösteren zamanı anlatan bir sure olduğunu anlayabiliriz. zira kehf suresindeki 7 uyurlar'ın hikayesi ve hz musa ile hızır aleyhisselamın kıssası da zaman ile ilgilidir.

 Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara balçıklı bir gözede batmakta buldu, yanında (kafir) bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, ya (onlara) azab edersin veya onların hakkında iyi davranırsın." (Kehf Suresi, 86)

 Burada çok açık bir şekilde "Güneşin Battığı yer" deniliyor. her nekadar bazı alimler bunu batı olarak düşünsede arapçada da güneşin gerçek anlamda batmasından bahsediliyor. eski alimler o günkü teknoloji ve mantığa göre böyle birşey olamaz deyip onu batı diye anlamışlardır. Bu gün güneşimiz galaksimizde belli bir yörünge de, günde 2 milyon km yol alıyor. Astrolojiye göre güneş küçük bir saptamayla hareket ediyor ve bu saptamanın sebebinin güneşi bir kara deliğin çektiğini gösterir. Buna "Solar Apex" denir. Güneşin doruk noktası, varacağı enson yer olarak tanımlanıyor. Arapçada "magribeş şemsi" kelimesini türkçeye çevirsek o da hemen hemen aynı anlama gelir. Zülkarneyn güneşin battığı yere ulaşınca orada bir güneş sistemiyle karşılaştı. Orada ki güneş bizim güneşimiz mi? yoksa başka bir güneş mi?.

 Serhet Ahmet Tan: "Bu bizim geleceğimiz olabilir. Çünkü kehf suresi tamamen zamanı anlatan bir sure, bence zülkarneyn zaman yolculuğu yaptı ve bizim geleceğimize hatta yakın bir zamana muhtemelen 2000lerde balık çağının kapanıp kova çağının başlayacağı zamana tekabül ediyor."

 Yani Zülkarneyn bir güneş sisteminin bir kara deliğe batarken buldu, bu bizim güneş sistemimiz mi yoksa başka bir güneş sistemimi bilmiyoruz. Orada bir kavim buldu ve Allah teala istersen onlara "Azab" et istersende onlara iyi davra dedi. Azab kelimesi hakikaten dehşet verici bir kelimedir, daha önce hiç kimseye azab et diye birşey söylenmemiştir hiçbir peygambere veya bir başkasına bu yetki verilmemiştir. Azab kelimesi doğrudan "Kıyameti" çağrıştırdığı için kıyametin o kara delik içerisinde olabileceği söyleniyor ( Allah alem en doğrusunu bilir ). Zülkarneyn onlara azab ettimi? yoksa bazılarını kurtardı mı? onu bilmiyoruz, çünkü bunula ilgili bir ayet veya bir hadis yoktur.

Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 89)

 Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu. (Kehf Suresi, 90)

  "Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" Buradaki örtü kelimesi çok ilginçtir. Eski alimler bu kavim zenci kavmidir, çünkü çıplaklar ve güneşin sürekli vurduğu bir kavimdir dediler. Ancak; "Ve cealnel leyle libâsâ(libâsen)." Yani "Biz size geceyi örtü kıldık." yani bize geceyi güneşe karşı örtü kıldı, ama onlara örtü kılmadı. Burdan anlaşılacağı gibi Gecesiz bir yerden bahsediliyor.

 Bu şu şekilde mümkün olabilir; Bir gezegenin her iki tarafında da birer güneş bulunursa ve bunlar eşit şekilde dönerse o gezegen sürekli olarak aydınlanır.Yada bu olaylar muhtemelen m.ö. 10 bin yıl önce gerçekleştiğini düşünürsek o zamandaki bir çıplak kavimi anlatıyor ve o zamanda dünya, daha uzun zaman güneş ışı aldığını düşünebiliriz.

 Sonra (kuzeye doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 92)

 İki seddin arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 93)

 Burda geçen "sed" kalimesinin aslı "süd" dür. Kuranı kerim ilk indirildiği zamanda harekesiz inmiştir, sonra arapça bilmeyenlerin okuması kolaylaştırılması için hareke sonradan eklenmiştir. Süd; Sis ve bulut anlamına gelir. eğer onu sed değilde süd diye okursak, onları iki sis bulutu arasına hapsettiğini anlarız.

 Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu dünya'da bozgunculuk çıkarıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)

 Zülkarneyn: "Rabbimin bana verdiği (imkan ve kudret, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" dedi.
(Kehf Suresi, 95)

 "Bana demir kütleleri getirin" dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince "körükleyin!" dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran) dökeyim." (Kehf Suresi, 96)
  
 Bahsedildiği gibi kilometrelerce uzun, iki dağın seviyesinde, üstü demir bloglarıyla ve erimiş bakır kaplı bir sed oluşturulduğu anlaşılısa da dünya üzerinde böyle bir seddin izine rastlanmamıştır. Bu nedenle bu sed kelimesini süd diye okuyup onun bir sis bulutu şeklinde de anlayabiliriz. Eğer bu seddin dünya dışında olduğunu düşünürsek, ilk seddi "Orion kuşağı" ve ikinci seddi de "Astroit Kuşağı"  olarak görebiliriz. Serhat Ahmet Tan, bunun gelecekte olacağını ve zülkarneynin zaman yolculuğu yaptığını düşünüyor. 

Şimdi Diğer Önemli Tespitlere Ve Görüşlere Bakalım

NUH ÖNCESİ İNSANLIĞIN SAPKINLAŞMA SÜRECİ: YE'CUC-ME'CUC

Nuh tufanından önce de Dünya öyle ifsada uğramış; ademoğulları öyle azgınlaşmış; nesli ve nesebi öyle bozmuştu ki; insanlık tarihi böyle bir olaya bir daha şahit olmayacaktı. İşte bu insanlık tarihinin en ilginç ve dramatik ve bir daha şahit olunamayacak olayı; Ye'cuc-Me'cuc'un ortaya çıkması, yeryüzünü baştan başa fesada uğratması olayıdır. Evet, Yüce Rabb'imizin gazabını Dünya üzerine çeken olay budur ve Nuh tufanı bu sebeple dünya insanlığını vurmuştur. Evet, evrenselNuh tufanını davet eden insanlık tarihinin bu en önemli "azgınlaşma-şeytanlaşma süreci"ni kısaca özetleyelim ve arkasından da kanıtlarını verelim.

Azazel, melek boyutundan düşürülerek iblisleşmiş ve lanetli olarak ademoğullarının peşine düşmüş; Adem'i cennetten kaydırdığı gibi oğullarını da "Hak Yol"dan saptırıp, şeytanlaştırmak için elinden geleni arkasına koymamıştır. Azazel iken kendisine tabi olan cinlerin ileri gelenlerinin ayağını kaydırarak; onları da kendisi gibi şeytanlaştırmıştır. Arkasından da İblis,Allah'a olan teslimiyetlerini bozan bu şeytanlaşmış cinlerini, ademoğlunun kızlarıyla yasak olan ilişkiye teşvik etmiştir ve bu sapkın ilişki böylece başlamıştır. 

Kısacası, Nuh tufanından önce yeryüzünde bugüne benzer küresel bir hakimiyet kurmuş olan bir toplumun; muhtemelen "Mu-Atlantis"in, "üstün insan"; yani "cin-insan" arzularını yem olarak kullanan İblis, insanlığı Ye'cuc-Me'cuc belasına ve arkasından da Tufan felaketine sürüklemiştir. Şimdi bu konuyu deliller ışığında gözden geçirelim: 

 İŞTE VAHYE DAYALI DELİLLER:

KUR'AN: SÜNNETULLAHI ORTAYA KOYUYOR

1) Kur'an, Ye'cuc- Me'cuc oluşumuna yol açacak "insan-şeytan ilişkileri"ni bize şöyle bildiriyor:

Muhakkak onlar(müşrikler), O'nun(Allah'ın) dışında, dişileri(cinleri-perileri) çağırıyorlardı. Onlar, (gerçekte) (kovulmuş) asi şeytandan başkasını çağırmıyorlardı.

Allah, onu lanetledi ve o(Şeytan) dedi ki: "Elbette, Sen'in kölelerin içinden belirlenmiş bir zümreyi, kendime(köle) edineceğim."

"Ve elbette onları saptıracağım, ümitlendireceğim; onlara, hayvanların kulaklarını kesmelerini emredeceğim.Elbette yine onlara, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. "Kim, Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, muhakkak o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.

(Şeytan), onlara vaad ediyor, onları ümitlendiriyor. Oysa Şeytan, onlara aldanmadan başkasını vaad etmez.

[NİSA(4)/117-120]

O gün (Allah) onların hepsini toplar: "Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz." (Bunun üzerine) onların(cinlerin), insanlardan dostları olan kimse dedi ki: "Rabb'imiz, bazımız, bazımızdan yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık." (Allah) dedi ki: "Allah'ın dilediklerinin dışında onların barınağı ateştir, orada kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb'in Hakim'dir, Alim'dir."

[ENAM(6)/128]

Muhakkak İblis, onlar(insanlar) üzerindeki zannını doğruladı. Müminlerden bir grup hariç ona(İblis'e) tabi oldular.

[SEBE(34)/20]

Biz, onlara yakınlar(cin-şeytanlar) hazırladık. Onlar(cin-şeytanlar), onların önlerinde ve arkalarında olanları güzel gösterirler. Onlardan önce geçmiş olan ümmetler içindeki insan ve cinler gibi, onlara da söz(azap) hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana uğrayanlardır.

[FUSSİLET(41)/25]

Şeytan onları kaplamıştır; böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. Böyle olanlar, şeytan hizbidir. Dikkat edin! Muhakkak şeytanın hizbi olanlar, hüsrana uğrayanlardır.

[MÜCADELE(58)/19]

TORA(TEVRAT): OLAYI İFŞA EDİYOR

2) Tora'nın Bereşit(Tekvin) bölümünde, Ye'cuc-Me'cuc'un ortaya çıkışı açık bir şekilde şöyle özetleniyor:

İnsanoğlu, toprak üzerinde çoğalmaya başlayıp kızları doğunca,
Tanrı'nın oğulları, insan kızlarının iyi olduklarını gördüler ve her şeçtiklerinden kendilerine eş aldılar.
Tanrı: "Ruhum insanı sonsuza dek yargılamayacak; çünkü o etten başka bir şey değil. Günleri 120 yıl olacak" dedi.Devler(Nefilim) o günlerde ve daha sonraları yeryüzündeydiler. Tanrı'nın oğulları, insan kızlarına gelmişler ve(devlere) baba olmuşlardı. (Devler) ezelden beri en güçlülerdi; şöhretli kişilerdi.
Tanrı yeryüzünde insanın kötülüğünün artmakta olduğunu gördü. (İnsanın) en derin düşüncelerinin yarattığı eğilimler, gün boyunca, sadece kötüyeydi.
Tanrı: "Yaratmış olduğum insanoğlunu yeryüzünden sileceğim, – insandan evcil hayvanlara, yer hayvanlarına ve gökyüzündeki kuşlara kadar-" dedi.
Fakat Noah, Tanrı'nın gözünde beğeni bulmuştu.
Bereşit(Tekvin): 6/1-5, 7-8

"Tanrı'nın oğulları" yerine Tora tefsircileri "yöneticilerin oğulları" veya "hakimlerin oğulları" ifadesini kullanmışlardır. Bizce bu "Tanrı'nın oğulları" ifadesi, ancak mecazi anlamda doğrudur ve İblis'in "düşmüş melekler" diye yutturmaya çalıştığı;düşmüş cinler; İblis hizbi olan cinler; yani şeytanlardır. Tüm erkek olan insan ve cinler; mecazi anlamda Tanrı oğulları gibidir. Sonsuz Yüce Rabb'imiz tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı hiçbir varlığa benzemez, doğmamış, doğurmamış, bizzat var olan, varlığını hiçbir şeye muhtaç olmayan "Gerçek ve Tek İlah"tır. Aksini ne Kur'an ne de gerçekTevrat kabul eder.

Önceden Azazel'le beraber Yüce Allah'a teslim olan "cinlerin lider kadrosu"ndan bir grup; Azazel'e tabiydi. Azazel, meleklikten düşüp iblisleşince, onun yanında yer aldılar; böylece Hak'tan saptılar ve İblis yandaşı oldular. İşte bunlar, İblis'in teşvikiyle insan kızlarıyla ilişki kurdular ve Devler(Nefilim); yani Ye'cuc ve Me'cuc böylece ortaya çıktı.

Kur'an'ın ayetleriyle Tora'daki ifadelerden; Tufan'a muhatap olan insanlığın nasıl azgınlaşıp-şeytanlaştığı; İblis hizbinin kontrolüne girdiği açıkça görülmektedir. Kur'an, Enam(6)/128'de; "cinlerin, insanlardan kendilerini çoğaltmak istediklerini" bize açıkça bildirmiştir.

PEYGAMBERİMİZ: YE'CUC-ME'CUC'U TAVSİF EDİYOR

3) Peygamberimiz; Kur'an'ın bu konudaki ayetlerine açıklık getirmiş; özellikle Ye'cuc-Me'cuc'un nasıl ortaya çıktığına değil;Yaklaşansaat'te, Deccal'e köle olan insanlığın efendilerini nasıl helak edeceğine şiddetle vurgu yapmıştır. Ancak aşağıdaki birkaç hadiste de Peygamberimizin, Ye'cuc-Me'cuc'u vasfettiğini görmekteyiz. Bu yaratıkların Adem soyu olduklarını,insanlığı-dünyayı ifsad edeceklerini belirtmiş; boylarına, çoğalmalarına-sayılarına ve kavimlerine atıfta bulunmuştur:

İbn Amr bin el-As şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v.), buyurdu: "Ye'cuc-Me'cuc, Adem'in neslindendir. Onlar, insanlara gönderilse, onların yaşantılarını ifsad ederler. Onlardan biri arkasında, zürriyetinden binden fazla kişi bırakmaksızın ölmeyecek. Onların arkasında üç ümmet vardır: Tavil, Tarnes ve Mensek."
Rudani, C.5, H.no: 9930, s.372

Huzeyfe rivayet etmiştir ki:
Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: "Ye'cuc bir ümmettir. Me'cuc da bir ümmettir. Her bir ümmet, dört yüz bin ümmettir. Onlardan bir adam, sulbünden eli silahlı tam bin erkek görmeden ölmez."
Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Onları bize anlatır mısın?"
Dedi ki: "Onlar üç sınıftır. Onların bir sınıfı 'erz' gibidir." Soruldu ki: "Erz ne demektir?" Resulullah (s.a.v.) dedi ki: "O, Şam'da bir ağaçtır ki o ağacın uzunluğu yüz yirmi arşındır(12 arşın mı?). Göğe doğru yükselir." buyurdu ve ondan sonraPeygamber (s.a.v.), şunu ilave etti: "İşte bunlara ne dağ dayanır ve ne de demir. Onların ikinci sınıfı da kulaklarının birini serer, ötekini de kendisine yorgan yapıp öyle yatar. Fil, yabani hayvan, deve ve domuz ne görürlerse yerler. Onlardan birisi öldüğünde de onu yerler. Onların bir ucu Şam'da, bir ucu Horasan'da olacaktır. Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye gölünü de içeceklerdir."
Rudani, C.5, H.no: 9931, s.372

ENOK(İDRİS): YE'CUC-ME'CUC'U İFŞA EDİYOR

Güney Afrika'da Swaziland-Mpaluzi kasabası yakınlarında bulunan 4 feet(120 cm) uzunluğunda Dev ayak izi. Bu ayak izine dayanarak "Devler"in boyunu hesaplarsak yaklaşık 8-9 metre olur.

İş adamı ve pramit araştırmacısı Gregor Spörri'nin Mısır'da resmini çektiği " kesilmiş dev parmağı". Mumyalanmış vaziyette saklanmış bu işaret parmağının uzunluğu 38 cm'dir. Bugün normal bir insanın parmağı ise 7-8 cm civarındadır. Bu uzunluğa dayanarak parmağın sahibi olan "devin boyu"nu hesaplarsak; yaklaşık olarak 8-9 metre çıkar.

4) Ye'cuc-Me'cuc; yani "Devler"in, tarihin hangi döneminde müşahede edildiği, nasıl ortaya çıktığı ve nasıl Nuh tufanıyla helakın geldiği, en açık bir şekilde "Enok'un Kitabı"nda açıklanmaktadır. "Enok'un Kitabı"ndan aşağıya aldığımız metin okunurken parantez içi açıklamaların bize ait olduğu bilinmelidir:

"1. İnsanoğulları çoğalınca, güzel ve alımlı kızları oldu.

2. Gözcüler(cin-şeytanlar); göklerin çocukları, onları(insan kızlarını) görüp onlara karşı şehvet hissettiler. Birbirlerine dediler ki: ''Gelin insanların arasından kendimize eşler seçelim ve onlardan çocuklarımız olsun.''

9. Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza, Araklba, Rameel, Kokablel, Tamlel, Ramlel, Danel, Ezeqeel, Baraqiyal, Asael, Armarel, Batarel, Ananel, Zaqiel, Samsapeel, Satarel, Turel, Yomyael, Sariel. İki yüz gözcünün liderleri bunlardı. (Bunlar; 19 kişilik gözcü-cin-şeytan lider grubu. İblis'in yalanıyla, düşmüş melekler.)

10. Bunlara tabi olan diğer tüm gözcüler (ki bunların da sayısı 200'dür)birlikte kendilerine eşler aldılar. Her biri kendine bir eş seçti ve onlarla birleşmeye, kendilerini onlarla kirletmeye başladılar. Onlara büyüler öğrettiler.

11. Sonra kadınlar hamile kaldı ve boyları 135 metre(13.5 metre mi?) olanDevler doğurdu.

12. Sonunda insanlar, onları besleyemeyecek hale gelene kadar, bu devler insanların ürettiği her şeyi tüketti.

13. Ve Devler, yemek için insanlara döndü ve onları yediler. Kuşlara, yabani hayvanlara, sürüngenlere, balıklara karşı günah işlemeye ve sonra birbirlerinin vücutlarını yemeye, hatta kanını içmeye başladılar.
(Enok'un Kitabı 7. Bölüm)

Anlaşıldığına göre bu cin-şeytanlarla, insan kızlarının birleşmesinden ortaya çıkan Devler(Ye'cuc-Me'cuc), bir süre sonra insanları ve canlıları yemeye başlıyorlar. İşte böylece dünya ve insanoğlu büyük bir ifsada uğruyor. Bize göre devler; yani Ye'cuc-Me'cuc; aralarında bazı kavmi özellikler gösterse de; esas iki ana gruba ayrılıyorlardı. Birincisi Ye'cuc; Peygamberimiz tarafından da "Erz ağacı"nın boyuyla tavsif edilen dev adamlar. İkincisi Me'cuc; yani boyları oldukça kısa olan cücelerdir.

Ye'cuc ve Me'cuc'un, kontrol edilemez boyutlarda yeryüzünde fesat çıkarması ve insanoğlunun feryatları üzerine Baş melekler, Rab'lerine yakarırlar ve daha sonra da Nuh tufanı gelir. İşte Enok'un(İdris'in) kitabından bu duruma işaret eden ifadeler:

"1. Sonra Mikail ve Cebrail, Rafael, Suriel, Uriel göklerden aşağı bakıp, dünyada dökülen hesapsız kanı, işlenen sınırsız kötülükleri gördü. Birbirlerine dediler ki:

2. ''Boşalan dünyanın çığlıkları göklerin kapısına ulaştı.

3. İnsanların ruhları bize sesleniyor ve durumlarını En Yüce'ye(Allah'a) bildirmemizi istiyorlar.'' 
Onlar da Kral'a(Allah'a) dediler ki...

4. Azazel'in neler yaptığını, dünyaya nasıl tüm kötülükleri öğrettiğini, göklerin ebedi sırlarını nasıl ifşa ettiğini gördün." (Enok'un Kitabı 9. Bölüm)

ENOK(İDRİS) KİMDİR?

Yeryüzünde Ye'cuc-Me'cuc ifsadına şahit olan Enok kimdir? Burada hemen şunu hatırlatmalıyız ki; Enok(Hanoh), İdrispeygamberdir. Enok; Kur'an'da ve Tora'da ismi geçen bir peygamberdir ve Nuh'un atasıdır. Yani Nuh'un dedesinin babasıdır.Tora'da; Hanoh(Enok)'un oğlu Metuşelah, onun oğlu Lemeh, onun oğlu da Noah(Nuh) diye yazılıdır. Enok'un 365 yıl Dünya'da yaşadıktan sonra yükseltildiği bildirilir. Esasında, Enok'un ataları ve torunları yaklaşık 1000 sene yaşadığı halde; Enok, 365 yıl yaşamış daha sonra Azazel gibi Baş melekler boyutuna yükseltilmiş ve zaman zaman meleklerle beraber görevli olarak Dünya'ya gelmiştir. Nitekim birçok peygambere ve özellikle Musa ve Süleyman'a arkadaşlık ettiğini Kur'an'dan biliyoruz.

Kur'an'da İdris olarak geçer. Arapça "drs" kökünden "idris"; ders görmüş-ilim sahibi anlamına gelir. Aynı zamanda Rabb'ineyükseltilmiş bir peygamberdir. Allah katından "özel bir ilme"(ilmun ledun) sahiptir. Hızır; diye halk arasında bilinen veMusa'yla yolculuk eden, ona ders veren ve Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar Süleyman'a getiren odur. Ancak İblis ve cin-şeytanlar, insanların bu "Hızır kültü"nü kullanarak insanları ve dostlarını rüyalarda yahut gerçek hayatta kandırmışlar ve kendi mesajlarını bu yolla vermişlerdir. Halen İblis, bu "Enok-İdris-Hızır" formunu kullanarak; birçok mutasavvıfları, kabalacıları ve çağın cahillerini kandırmaya devam etmektedir. İşte Kur'an'da İdris peygamberle ilgili ayetler:

(Musa) kölelerimizden bir köleyi(İdris-Hızır) buldu ki; Biz, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve nezdimizden bir ilim(ilmi ledun) öğretmiştik.

[KEHF(18)/65]

Kitap'ta İdris'i de hatırla. Muhakkak o, bir sıddıktı ve nebiydi.

Biz onu yüce bir 'mekan'a(makama) yükseltmiştik.

[MERYEM(19)/56-57]

(Süleyman'ın) yanında, Kitap'tan ilim verilmiş bir kimse(İdris) dedi ki: "Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar, ben, onu sana getiririm." Derken (Süleyman) tahtı, yanında dururken gördü, dedi ki: "Bu, Rabb'imin bana fazlıdır(lütfudur). Rabb'im, kendisine teşekkür edecek miyim, yoksa örtecek miyim diye beni denemektedir. Her kim, teşekkür ederse, onun teşekkürü kendisi içindir. Her kim de örterse; muhakkak benim Rabb'im, Gani'dir(ihtiyaçsızdır), Kerim'dir(üstündür-cömertdir).

[NEML(27)/40]


Hadislerde Hz.İsa Hz.Mehdi ve Deccal

(Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için yahudileri lanetledik. Halbuki onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da, öldürülen kimse kendilerine İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler tam bir kararsızlık içinde; bu konuda zandan başka hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah İsa'yı kendi nezdine kaldırmıştır.) [Nisa 157-158]

Allahü teâlâ, bu âyetlerde Hazret-i İsa’nın öldürülmediğini kesin olarak bildiriyor. İleride gelecektir, kendi nezdinden maksat, göğe kaldırılmasıdır. Yoksa Allah mekandan münezzehtir, gökte değildir. Gökleri de O yaratmıştır. Yaratılan şey, yaratana mekan olamaz.

En iyi tefsir elbette Resulullah efendimizinkidir. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa’nın gökten inmesidir.) [Müslim, E. Davud, Tirmizi, İ. Mace, Nesai, İ.Ahmed, Taberani, İ.Hibban, İ.Cerir]

(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]

(İsa, yere inince evlenecek, bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.) [Tirmizi, Mevahib]

(Benim dinim üzerine İsa gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet kopar.) [İ.Ahmed]

(İsa gelince Deccalı öldürür.) [Müslim, İ.Ahmed, Taberani, Ruyani, Ziya el makdisi]
(İsa, Deccalı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmaz.) [Müslim]

(Bir ümmet ki başında ben, sonunda İsa gelir. Allah onları hor etmez.) [Hakim, Ebu Nuaym]
(Ne mutlu İsa indikten sonraki hayata...) [E.Nuaym]

(Ahir zamanda İsa indikten sonraki hayat ne güzeldir. Yağmur yağdırması için gökyüzüne, bitki bitirmesi için yeryüzüne izin verilir. Tohumu düz bir taşa ekersen yeşerir. Bir kişi aslanın yanından geçer aslan ona zarar vermez. Yılana basar da, onu sokmaz. İnsanlar arasında menfaat mücadelesi, karşılıklı haset ve kin olmaz.) [Ebu Said-en-Nakkaş]

(İsa, âdil bir hakem olarak indiği zaman kin, nefret ve haset kalkacaktır.) [Müslim]

(İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki]

(İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde sükun emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu Davud]

(İsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]

Öldürülen ona benzetildi
Önce kolay bulunması bakımından Tibyan tefsirine bakalım:
Nisa suresinin 157 ve 158. âyeti tefsir edilirken, Hazret-i İsa’nın öldürülmediği, asılmadığı, öldürülenin ona benzetildiği ve Hazret-i İsa’nın ref edildiği, yani göğe kaldırıldığı bildirilmektedir. (Tibyan c.1,s.365)

Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:

(Hazret-i İsa diri olarak göğe kaldırıldı. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadiste, Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, İslamiyet ile hükmedecek, Deccalı, domuzu öldürecek ve haçı kıracaktır. Yeryüzünde 7 sene, başka bir rivayette 40 sene kalacak ve vefat ederek cenaze namazı kılınacaktır. 40 sene dünyada kaldığı ömrü olabilir. Göğe kaldırılmadan önce 33, gökten indikten sonra da 7 sene kalacaktır. Toplamı 40 tır. (Tibyan c.1, s.233)

Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:
İsa aleyhisselamın inmesi kıyamet alametidir. (Tibyan c.4, s.137)

Türkçe meallerin en kıymetlisi kabul edilen Hasan Basri Çantay’ın mealinde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetinde diyor ki:
Hazret-i İsa öldürülmedi, asılmadı, öldürülen ona benzetildi ve Hazret-i İsa göğe kaldırıldı. Bu Celaleyn tefsirinden alınmıştır. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.1, s150)

Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise diyor ki:
(O zaman Allah, şöyle demişti: Seni öldürecek olan onlar değil, benim, seni kendime yükseltip kaldıracağım.) Dip notunda ise, (Hazret-i İsa, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetine göre, düşmanları tarafından öldürülmemiş, Allah onu ruhu ve cesedi ile birlikte, yükseltip kaldırmıştır.) Buhari ve Müslim’deki, Kıyamete yakın ineceğini bildiren hadis-i şerif nakledilmiş ve “Bu hususta sahih başka haberler de var” denmektedir. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.1, s.92)

Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise, Hazret-i İsa’nın inmesinin kıyamet alametlerinden olduğu bildirilmektedir. Dipnotta ise, bu bilgileri Beydavi, Celaleyn ve Medarik’ten aldığı bildirilmektedir. İbni Abbas hazretlerinin, (Hazret-i İsa’nın nüzulü (yere inmesi), kıyamet alametlerindendir) ifadesine de yer verilmiştir. Buhari ve Müslim’deki Hazret-i İsa’nın ineceğini bildiren hadis-i şerif de ilave edilmiştir. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.3, s.900)

İmam-ı Kurtubi, El-camiu liahkamil Kur’an isimli eserinde diyor ki:
Zuhruf süresi 61. âyetinde O muhakkak kıyamet bilgisidir, alametidir ondan şüphe etmeyin buyuruluyor. İbni Abbas, Mücahid, Dahhak, Elsediy ve Katade yine buyurdu ki: Deccalın da kıyamet alametlerinden olduğu gibi âyet-i kerime Hazret-i İsa’nın çıkışının da kıyamet alametlerinden olduğunu bildirir. Çünkü Allahü teâlâ onu kıyametin kopmasından önce gökten indirecektir. İbni Abbas, Ebu Hüreyre, Katade, Malik bin Dinar ve Dahhak alamet olarak bildirdiler. İbni Mesud dedi ki: Resulullah miraca çıkarken Hazret-i İsa’yı gördü. Hazret-i İsa (Kıyamet alameti Deccalın çıkmasıdır, ben inip onu öldüreceğim) dedi. Deccal çıktığı an Allahü teâlâ İsa’yı gönderir onu koklayan kâfirin nefesi kesilip ölür ve Deccalı öldürür. (Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani, Suyuti, İ. Münavi, Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid)


Hazret-i Mehdi de gelecektir
İbni Hacer-i Mekki, (Alamat-i Mehdi), imam-ı Süyuti, (El-bürhan) ve imam-ı Şarani (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi) kitabında iki yüze yakın, Hazret-i Mehdi’nin alameti bildirilmektedir. Hazret-i Mehdi için hurafe demek, ilme ihanettir, kıyamet alametidir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar.) [Tirmizi, İ.Asakir]

(Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek, “Bu Mehdidir, sözünü dinleyin” diyecektir.) [Ebu Nuaym]

(Ehl-i beytimden bir zat yeryüzüne hakim olmadıkça kıyamet kopmaz. Onun alnı açıktır, kemer burunludur. Yeryüzü zulümle dolu iken, o, dünyayı adaletle doldurur. İdaresi yedi yıl sürer.) [Müslim]

(Eshab-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa bunun zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken, Mehdi, onunla beraber olacaktır.) [İ.Süyuti]

(Yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin Zülkarneyn ile Süleyman idi. İkisi kâfir, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, benim evladımdan biri yeryüzüne malik olacaktır.) [İ.Süyuti]

(Horasan tarafından gelen siyah sancaklılara katılın. Onların içinde Allah'ın halifesi Mehdi vardır.) [Hakim, İ.Ahmed, Deylemi]

(Nasıl helak olur bir ümmet ki, başında ben, sonunda Meryem oğlu İsa ve ortasında da ehl-i beytimden Mehdi vardır.) [Hakim, İ.Asakir]

(Şarktan çıkan bir grup, Mehdi’ye yardım ederler.) [İbni Mace, Taberani]
(Mehdi çıkınca, Allahü teâlâ ona rahmetini indirir.) [İ.Ahmed, Hakim]

(Mehdi bendendir, yeryüzünü hak ve adaletle doldurur.) [Ebu Davud]
(Dünyayı küfür kaplamadıkça Mehdi gelmez.) [Mekt.Rabbani 2/68]

(Mehdi gelince, bir bereket olacak, ümmetim rahat edecektir.) [İbni Ebi Şeybe]
(Mehdi bizdendir. Allahü teâlâ onu bir gecede olgunlaştırır.) [İbni Mace, İ.Ahmed]
(Deccal’ın veya Mehdi’nin geleceğine inanmayan kâfir olur.) [Favaid-il Ehbar - Şerh’is-Siyer]

(Mehdi, Kureyşten ve ehl-i beytimdendir.) [İ.Ahmed, Baverdi]
(Mehdi benim soyumdandır.) [İbni Mace]
(Mehdi evladı Fatıma’dandır.) [Ebu Davud, Hakim]

(Mehdi, amcam Abbas’ın soyundandır.) [İ.Asakir, Dare Kutni]
(Ya Abbas, senin soyundan bir genç dünyayı adaletle doldurur, İsa ile namaz kılar.) [Hatib, İbni Asakir, Dare Kutni]

[Burada tenakuz [çelişki] yoktur. Abdülkadir-i Geylani hazretleri anne tarafından seyyid, baba tarafından şerif idi. Hazret-i Mehdi de, Hazret-i Fatıma’nın soyundan bir genç, Hazret-i Abbas’ın soyundan biri ile evlenince, her iki soydan da gelmiş olur.]

Hazret-i Ali, oğlu Hasanı gösterip, "Bu oğlumun neslinden biri çıkacak, dünyayı adaletle dolduracaktır" buyurdu. (Ebu Davud)

Kütüb-i sitteden Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Mace, Tirmizi ve diğer hadis âlimlerinin bildirdikleri bu hadis-i şerifleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını akıl ve iman sahibi hiç kimse inkâr edemez. Tevil etmek de dinimize aykırıdır. Herkes dinin hükümlerini tevil etmeye kalkarsa ortada din diye bir şey kalmaz.

İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
(Yecüc ve Mecüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hazret-i İsa'nın gökten inmesi, Deccal’ın ve diğer kıyamet alametlerinin hepsi aynen hadis-i şerifte bildirildiği gibi, [tevilsiz olarak] zamanı gelince gerçekleşeceğine inanırız.) [Fıkhı ekber]


Deccal da gelecektir
Enam suresinin (Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o günkü imanı fayda vermez) mealindeki 158. âyetini açıklayan Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır görmemiş olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet-ül-arz.) [Müslim, Tirmizi, Beyheki]

(Deccal doğu taraftan çıkar.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ.Mace, İ.Ahmed, İ.Ebi Şeybe, Hakim]
(Deccal’ın bir gözü kördür.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Ebu Nuaym]

(Deccal’ın boyu kısa, saçları kıvırcıktır.) [Ebu Davud]
(Deccal Mekke ve Medine’ye giremez.) [Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, İ.Ahmed]

(Deccal’ın çocuğu olmaz.) [İ.Ahmed]
(Deccal çıkar, tanrı olduğunu söyler. Onun tanrılığına inanan kâfir olur.) [İ.E.Şeybe]

(Âdemden, Kıyamete kadar Deccal’dan büyük fitne yoktur.) [Müslim]
(Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.) [Buhari, Müslim]

(Miracta Deccalı da gördüm.) [Buhari, Müslim, İ.Ahmed]
(İsa inip Deccalı öldürecektir.) [Müslim, Ebu Davud]
(İsa, Deccalı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmaz.) [Müslim]

(Taybe, körüğün demirin pasını çıkardığı gibi Deccalı çıkarır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
(Her Peygamber, ümmetini Deccal ile korkuttu.) [Buhari, Müslim]

(İmanın aslından olan üç şey: La ilahe illallah diyene, günah işlediği için kâfir denmez. Cihad, Deccalla savaşan bu ümmetin son ferdine kadar devam eder. Kadere iman.) [Ebu Davud]

(Ümmetimden hak üzere devam edenler, Deccalla da savaşırlar.) [Ebu Davud]
(İsa, Deccalla savaşırken, Mehdi, onunla beraber olacaktır.) [İ.Süyuti]

(Yedi şeyden önce amelde acele edin. Amel için neyi bekliyorsunuz, azdırıcı fakirliği ve zenginliği mi, ifsat edici hastalığı mı, aklınızı alacak ihtiyarlığı mı, ani ölümü mü, Deccalı mı, yoksa kıyameti mi bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötüdür.) [Tirmizi, Nesai]

(Deccal’ın fitnesinden Allah'a sığının!) [Müslim, Ebu Davud]

(Kehf suresinin baş veya sonundan on âyet ezberleyen Deccal’ın şerrinden emin olur.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ.Ahmed]

(On alamet çıkmadan Kıyamet kopmaz. Biri Deccal’dır.) [Müslim, E.Davud, Tirmizi, İ.Mace]

Peygamber efendimiz, (Deccal’ın son günleri o kadar kısa olur ki, sizden biriniz Medine kapısından çıkıp, tepesine varıncaya kadar, akşam olacaktır) buyurunca, (Ya Resulallah, o kısa günlerde nasıl namaz kılacağız) dediler. Cevaben buyurdu ki: (O uzun günlerde takdir ettiğiniz gibi takdir edeceksiniz.) [İbni Mace]