Kuran'daki Adalet Yönetimi ve Adil Yöneticiler
Kuran'daki Adalet Yönetimi ve Adil Yöneticiler (ÂDİL YÖNETİCİ)
Adalet sahibi, adaletin hükmünü yerine getiren, yönetimin hangi kademesinde olursa olsun, yönetimindekileri adalet sınırları içinde sevk ve idare eden, her türlü hak ve ödevlerini insaf ölçülerine uygun bir tarzda tatbik eden, kısacası; adalet sıfatı ile nitelenmeyi hak eden yönetici.
Âdil yönetici; Kur'an ve hadîslerde ifade edildiği gibi, kanun karşısında bütün vatandaşların eşit muamele görmesini sağlar. Vatandaşlara farklı muamele etmez. Cenâb-ı Allah, Hz. Dâvud (a.s.)'a şöyle hitab eder:
"Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine uyma, yoksa bu seni, Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır." (Sâd, 38/28)
Cenâb-ı Allah'ın Resulü Muhammed (s.a.s.)'e hitâbı da şöyledir:
"Emr olunduğun gibi dosdoğru ol; onların heveslerine uyma ve şöyle de: Allah'ın indirdiği Kitâb'a* inandım ve aranızda adaletle hükmetmekle emr olundum." (eş-Şûra, 42/15)
Mevdûdî der ki: "Ben, tarafsız bir şekilde, adalet müessesesini yeryüzüne yerleştirmeye memur oldum. Benim işim, bir kimse hakkında, herhangi bir meselede taraf tutmak, yahut herhangi bir sebeple başka bir şahsın aleyhinde hüküm vermek değildir. Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Adalet ve insafın gereği de budur. Haklı olan, ne olursa olsun haklıdır. Haksız olan da, kim olursa olsun mutlaka haksızdır. Benim dinimde, hak ve adalet hususunda kimsenin imtiyazı olamaz. Bizden olsa da olmasa da..." (Mevdûdî, Hilafet ve Saltanat, Terc. Prof. Ali Genceli, İstanbul 1980, 68).
Çünkü Rabbimiz biz inananlara:
"Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah, işlediklerinizden haberdardır. " (el-Mâide, 5/8) buyurur.
Âdil yönetici nazarında, bütün vatandaşlar; renk, soy-sop, dil, memleket ve ülke farkı olmaksızın, hukuk bakımından birbirine eşittir. Herhangi bir ferdin, bir zümrenin, bir sınıfın; herhangi bir soyun veya hanedanın, her ne suretle olursa olsun, hiçbir şekilde imtiyazı, farklı durumu yoktur. Kişisel özellikleri ve nitelikleri bakımından da bir kimse, hukuk karşısında, başkasından alt veya üst durumunda olamaz. Allah
"Ey iman edenler! Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kabilelere ve oymaklara ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah'a göre en makbul olanınız, Allah'tan en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır." buyurur. (el-Hucurât, 49/13)
Âdil bir yönetici olarak Resulullah (s.a.s.) da hayatı boyunca bu prensipten taviz vermemiştir. Nitekim günün birinde, Mahzumoğulları kabilesinden, hırsızlık eden kadına ceza verilmemesi için, Kureyşliler Peygamber (s.a.s.)'e Üsâme b. Zeyd'i aracı olarak gönderirler. Üsâme, ricasını dile getirince, Resulullah (s.a.s.):
"Allah'ın hadleri*nden (ceza) birisinin terkedilmesine aracı mı oluyorsun" dedi. Ve ayağa kalkarak şöyle hitab etti:
"Sizden öncekilerin helâk olmalarının sebebi, aralarından soylu, kuvvetli kimseler çaldıklarında, onlara ceza uygulamamaları, zayıf biri çaldığında ise ona hemen haddi uygulamalarıydı. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma çalmış olsaydı elini keserdim " (Buhârî, Hudûd 12: Müslim, Hudûd, 8-9).
Yine hayatının sonlarına doğru Resulullah (s.a.s.) bir toplantıda:
"Ey insanlar! Sizlerin benim üzerimde hakları*nız olabilir. Eğer ben bir kimsenin sırtına kırbaçla vurdumsa, o da gelsin benim sırtımda kısas* yapsın. Eğer ben bir kimsenin itibarını kıracak bir harekette bulundumsa işte benim itibarım, intikamını alsın. Eğer ben bir kimsenin malını aldımsa, işte benim malım, gelsin alsın ve onun üzerinde sıkı pazarlık etmekten korkmasın. Çünkü pazarlık âdetim değildir. Belki benim için en aziz olan, bende hakkı olup da hakkını alan yahut beni affeden kimsedir. Bu suretle ben Rabbimin huzuruna müsterih olarak çıkarım." Bir adam kalktı Peygamber'in kendisinden bir miktar ödünç para aldığını söyledi. Derhal bu para kendisine verildi. (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 241)
İslâm dininde âdil yönetici; Allah'a inanır, yaptıklarından veya yapmakla mükellef olduklarından, öncelikle Allah'a karşı sorumlu olduğunun bilincindedir. Rabbi ile karşılaşacağına ve dünyada iken yaptıklarından sorguya çekileceğine iman eder, kötü akibetten sakınır. Resulullah'ın:
"Her biriniz birer çobansınız ve yönetiminizde bulunanlardan sorumlusunuz. İmam (devlet reisi) çobandır ve yönettiği kimselerden sorumludur. Erkek evinin çobanıdır ve eli altındakilerden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanı (muhafızı)dır ve ondan sorumludur. Hizmetçi, efendisine ait malın çobanıdır ve ondan sorumludur. " (Buhârî, Cuma, 44; Ahmed b. Hanbel, II, 108) sözünü aklından çıkarmaz.
O halde; Müslümanların, Allah'a imanı olmayan, kalbinde Allah korkusu duymayan bir kimseyi devlet başkanlığı gibi bir mevkiye getirmeleri emanet*e ihanet olur. Kur'an-ı Mübîn'de şöyle buyrulmaktadır:
"Hiç şüphesiz ki Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58)
Burada Müslümanlar, İsrailoğullarının * düştüğü hatalara düşmemeleri için uyarılıyorlar. Onların düştükleri en büyük hata, dejenere oluşları sürecinde yetkiyi hep beceriksiz, ehil olmayanlara vermeleriydi. Sorumluluk isteyen dinî ve siyasî liderlikleri, ehil olmayan, ahlâksız, şerefsiz ve adaletsiz kişilere vermeye başlamaları sonucu, tüm toplum yapısı çöktü. Müslümanlara bu konuda dikkatli olmaları ve sorumluluk isteyen yetkileri ehil, sorumluluğunun idrakinde ve ahlâklı kişilere vermeleri emrediliyor. (Mevdûdî, "Tefhîm", I, 329)
Âdil yöneticinin Allah katında üstün bir derecesi, kullar arasında da saygıdeğer bir makamı vardır. Rasûlullah (s.a.s.):
"Kıyamet günü, insanların Allah'a en sevgilisi ve meclis bakımından en yakını adil imam (devlet reisi), Allah'ın en sevmediği ve meclis bakımından en uzağı zalim imamdır." buyurur. (Tirmizî, Ahkâm, 4)
Başka bir hadiste "Üç sınıf insan vardır ki, duası Allah katında reddolunmaz: Âdil devlet reisi, iftar edinceye kadar oruçlu ve mazlumun duasıdır." der. (İbn Mâce, Oruç, 48)
Diğer bir rivayette, Allah elçisi; adil yöneticiye itaati şöyle dile getirir:
"Her kim bana itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur ve her kim bana isyan ederse, Allah'a isyan etmiş olur. Her kim imama (devlet reisi) itaat ederse şüphesiz bana itaat etmiş olur ve her kim imama isyan ederse bana isyan etmiş olur. " (Buhârî, Ahkâm. I; İbn Mâce, Cihad, 39)
Bu hadisten, devlet reisine ne kadar önem verildiği, âdetâ ona itaatın Allah'a itaat, ona isyanın da Allah'a isyan demek olduğu anlaşılmaktadır. Rabbimiz, ezelî Kelâm'ında; kendisine ve Resulüne itaattan sonra mümin yöneticiye itaatı emrediyor:
"Ey inananlar! Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan buyruk sahiplerine (yöneticilere) itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onun çözümünü Allah'a ve Peygamber'e bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle daha güzeldir." (en-Nisa, 4/59)
Ancak bir Müslüman, her şeyden önce Allah'ın kuludur, diğer bütün özellikleri bu niteliğinden sonra gelir. Bu nedenle bir fert veya toplum olarak bütün müslümanlar, öncelikle Allah'a bağlıdırlar, diğer tüm bağlar, bu bağa boyun eğmek zorundadır. Çünkü tüm insanlar Allah'a verdikleri söze sadık kalmak zorundadırlar. Başka birine bağlılık ve itaat ancak Allah'a itaatı engellemeyecekse kabul edilir. (Mevdûdî, Tefhim, I, 329)
Yukarda geçen ayetten de anlaşılacağı gibi, inananları yönetecek kimsenin adil sayılabilmesi için, onun müminlerden olması şarttır. Aksi halde müminlerin isteyerek ona itaat etmeleri söz konusu değildir.
Meselâ:
Hasan-ı Basrî, Ömer ibn Abdülaziz'e yazdığı mektubunda, adil yöneticinin niteliklerini şöyle sıralar:
"Ey müminlerin emîri! Bil ki Allah, adil imamı; haktan her sapanı düzeltici, her zalimi doğrultucu, her bozuğu islâh edici, her zayıfa güç, her mazluma hakkını veren ve her şaşkına sığınak kılmıştır.
Ey müminlerin emîri! Âdil imam; develerine karşı şefkatli bir çoban ve onlara en iyi otlağı arayan bir dost gibidir. Onları tehlikeli otlaklardan uzaklaştırır, yırtıcı hayvanlardan korur, sıcak ve soğuğun eziyetinden muhafaza eder.
Ey müminlerin emîri! Âdil imam; çocuklarına karşı şefkatli bir baba gibidir. Küçükken onlar için didinir, büyüdüklerinde eğitimleriyle uğraşır, hayatta iken onlar için kazanır, ölümünden sonrasına da onlar için mal biriktirir.
Ey müminlerin emîri! Ädil imam; çocuğuna karşı merhametli, yufka yürekli bir ana gibidir. Onu meşakkatle taşır, meşakkatle doğurur. Çocukken terbiye eder. Uyandığında o da uyanır, huzuru ile huzur bulur. Emzirir sonra sütten keser. Sağlığına sevinir, şikâyetinden kederlenir.
Ey müminlerin emîri! Âdil imam; yetimlerin vâsisidir, miskinlerin koruyucusudur. Küçükleri terbiye eder, büyüklerinin geçimini sağlar.
Ey müminlerin emîri! Âdil imam; organlar içinde kalp gibidir. Onun sağlıklı olmasıyla diğer organlar sıhhat bulur, bozulmasıyla da bozulur.
Ey müminlerin emîri! Âdil imam; kullarla Allah arasında köprüdür. Allah kelâmını işitir ve onlara dinletir, Allah'ın emirlerini gözetler ve onlara gösterir, Allah'a boyun eğer onlara da boyun eğdirir. Ey müminlerin emîri! Allah'ın sana emanet ettiği mülkte; efendisi kendisine güvenip muhafaza etsin diye emanet ettiği malını heba eden, ev halkını dağıtıp perişan eden, onları fakirleştiren köle gibi olma!
Ey müminlerin emîri! Bil ki, Allah, yasakları; insanları ahlâksızlıklardan, kötülüklerden sakındırmak için indirmiştir. Onları, uygulamakla görevli olan çiğnerse durum nasıl olur?
Şüphesiz Allah, "kısas"ı, kulları için bir hayat olarak indirmiştir. Onlara kısası uygulayacak olan, onları öldürürse nice olur?
Ey müminlerin emîri! Ölümü ve ölümden sonraki hayatı, ölüm anında taraftarlarının ve ona karşı yardımcılarının azlığını düşün. Onun için ve ondan sonraki büyük korku günü için azık edin.
Bil ki ey müminlerin emîri! Şu anda bulunduğun meskeninden başka bir meskenin var, orada ikametin çok uzun sürecektir. Sevdiklerin senden ayrılacaklar ve seni onun dibinde yapayalnız bırakacaklar. O halde, kişinin; kardeşinden, ana-babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı o gün için sana yarayacak azık edin.
Ey müminlerin emîri! Düşün, kabirdekilerin, diriltilip dışarı atıldığı, kalblerde ve gönüllerde olanların ortaya konduğu günü, ki o gün tüm sırlar açığa çıkarılmış ve kitap "küçükbüyük" hiçbir şeyi bırakmadan kapsamıştır.
Bugünkü kudretine değil yarınki kudretine bak! O gün sen ölüm kemendiyle esir edilmiş olarak, yüzlerin "Hayy ve Kayyûm " olan Allah'a boyun eğdiği bir sırada, melekler, nebîler ve resullerden müteşekkil bir topluluğun arasında bulundurulacaksın.
Ey müminlerin emîri! Bu öğüdümle her ne kadar benden önceki akıl sahiplerinin ulaştığı dereceye ulaşamazsam da hiçbir nasihati esirgemedim. Bu mektubumu; sevdiği kimseyi sağlığına kavuşturmak istediği için ona acı ilâçlar içiren bir doktor telâkki et. Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun ey müminlerin emîri!" (Muhammed İbn Abdü Rabbihi, el Ikdü'l-Ferîd, I-, 25)
ZALİMLER VE ZULÜM HAKKINDA SÜNNETULLÂH (ZULÜM KÂNUNU)
Zulmün Lügat Mânâsı:
Lisânu'l Arab'ta [1] "Zulüm, bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak. Zulüm, haksızlık etmek ve haddi aşmak esasına dayanır. Hak sahiplerinin haklarına mani olanlara "zaleme" denir. Birbirlerine zulmettiler, demektir" denilmektedir.
El- Müfredat'ta [2]"Lügatçılara ve çoğu ehl-i ilme göre zulüm, bir şeyi eklemek veya eksiltmek yahut da yer ve zamanından değiştirmek suretiyle hususi yerinden başka bir yere koymaktır." denilmektedir.
Firuzabadi [3] de "Zulüm, hakkı terk etmenin azına ve çoğuna kullanılır" demektir.[4]
Zulmün Şer'i Mânası:
Sahih-i Buhari'nin şerhinde İmam Askalani (773/1371) şöyle demektedir:
"Zulüm, bir şeyi meşru olan yerinden başka bir yere koymaktır. [5]
İmam Ayni (762/1361) ise "zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Şer"i mânâsı ise, meşru olan yerinden bir başka yere koymaktır [6] demektedir.[7]
Zulüm Adaletin Zıddıdır:
Zulüm, adaletin zıddı ve karşıtıdır. Öyleyse Adalet nedir?
Lisan'ul Arabda "Adalet, zihinlere doğru dürüst olan (müstakim) diye yerleşen bir kelime olup sapmak kelimesinin karşıtıdır. Hakim adaletle hükmettiğinde denilir. Hak ile doğru hükmetmektir. İnsanların adili, sözünden ve hükmünden razı olunan kimsedir [8] denilmiştir.
El-Müfredat'ta "Adalet, benzerler arasında eşitliği sağlamaktır." Denilmektedir. [9]
İbn-i Esir (606/1209) en-Nihaye'sinde "(Adalet) kişinin kendisiyle heva ve arzularına meyletmeyip hükmünde (zulme) sapmadığı bir niteliktir [10] demektedir.
Firuzâbadi (476/1083) ise şöyle diyor:"
Adalet, zulmün zıddıdır. Hükmünde doğru davranana adil denir. [11]
Adaletin Tercih Edilen Tarifi:
Adaletin (ki zulmün zıddı idi) ve zulmün tarifleri ışığında, adaleti, bir şeyi şer'i yerine koyma, her şeyin yer, mertebe, hüküm ve lutüf bakımından hakkını vermek şeklinde tarif etmek mümkündür.[12]
Her Şeyde, Herkes İçin Zulmün Haram Oluşu:
Zulmün ve zulme yanaşmanın haramlığı hakkında Kur'an'da kendi ismiyle anılan bir çok apaçık âyetler mevcuttur. Ve bu, adaletin emredilmesi şeklindedir. Çünkü adaletle emretmek, zulümden nehyetmek demektir. Şu âyet kabilindendir:
"Allah adaleti emreder". [13]
Bu mutlak (kayıtsız ve genel) bir emir olduğundan, her türlü adaletin herkes için emri söz konusudur. Şu halde kafir olsun, zalim olsun hiç bir kimseye zulüm caiz değildir. Şeyh'ul İslam İbn Teymiyye (662/1263) şöyle demektedir: "Bu sebeble adalet, her şeyde ve herkese vacib bir emir olurken, zulüm de her şeyde ve herkese haram olmaktadır. Öyleyse, müslüman, kâfir olsun veya zâlim olsun hiç kimseye zulmetmek helal olmaz. Allah (c.c. buyuruyor ki:
"Ey insanlar, Allah için adaletle şahidlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur." [14]
(Şeneânu Kavmin) demek, kâfir bir kavme olan buğzu, kızgınlığı demektir. [15]
Yine İbn Teymiyye "Çünkü adalet ki kitablar ve peygamberler onunla gelmiştir, zulmün zıddıdır. Zulüm ise haramdır. Nitekim bir Hadis-i Kudside, Peygamber (a.s) Rabb'inden şöyle rivayet ediyor:
"Ey kullarım! Zulmü kendime haram kıldım. Aranızda da onu size haram kıldım. Zulmetmeyiniz.” [16]
Zalimin Tevbesi, Ondan Âhiret Azabını Kaldırır Mı?
Malumdur ki zulüm, masîyettir (günah)tır. Zalim, zulmünden tevbe etmezse, âhirette onunla ceza görür. Fakat (bir daha dövmemek üzere) nasuh ve makbul bir tevbe edince, onun tevbesi zulmünün âhiretteki cezasını düşürür. Ancak, zulmü haksız yere adam öldürmesi veya öldürmeksizin bedenine eziyet vermesi, yahutta bir başkasının hakkını gasbetmesi gibi kul haklarıyla ilgili ise, tevbesi zulmünün âhiretteki cezasını düşürür mü? Şeyh'ül İslam İbn-i Teymiyye bu meseleyi ele alarak şöyle demektedir:
"Sırf tevbe Allah hakkını, dolayısıyla azabı düşürür. Mazlumun hakkını ise düşürmez. Tevbe edenin tevbesi ile mazlumun hakkı düşmez. Ancak, mazlumdan zulmen aldığının aynısını iade etmesi, tevbesinin makbul olmasını sağlar. Dünyada olmasa bile, âhirette mutlaka iade edecektir. Öyle ise, tevbe eden zalime düşen, iyiliklerini (hasenat) öylesine artırmalıdır ki, mazlumların hakkı verildiğinde kendisi müflis (sermayesini yitirmiş) durumda kalmasın. Bununla beraber, Allah (c c), dilediğinin, şirkten başka günahını afvetmeyi dilemesi gibi, kendi katından mazluma vermeyi dilediği zaman buna kimse engel olamaz. [17]
Zalimin Dünyâda Cezalandırılması:
Genelde zalim -Zulüm ve Zalimler Hakkında Sünnetullâh gereği- başkasına yaptığı zulmünden dolayı, daha dünyâda iken ceza görür. Buna, Ebu Davud'un rivayet ettiği hadis delil olmaktadır:
"Allah'ın, âhirete saklamakla beraber, bağy ve sıla-i rahm gibi daha dünyâda iken sahibine cezayı layık gördüğü hiç bir günah yoktur."
Bu hadisin şer'inde: "Allah (c.c.)/ bağy, yâni zulüm ve sultana karşı gelmek, ber de sıla-i rahm, yâni akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi bir günahın cezasını âhirete bırakmakla birlikte, işleyene acilen reva görüvermemiştir. [18] denilmiştir.
Üstelik, mazlumun duası da makbuldür. Buharinin İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadiste, Peygamber (a.s)'ın Yemen'e gönderirken Muaz b. Cebel'e şöyle dediği nakledilir:
"...Mazlumun bedduasından' sakın. Çünkü onunla Allah (c.c.) arasında verde yoktur."
Bu hadisin Askalani'ye ait şerhinde "Yâni, mazlumun sana beddua etmemesi için zulümden kaçın. Ayrıca burada zulmün her türlüsünden sakındırma söz konusudur.
"Onunla Allah arasında perde yoktur" demek, yâni o bedduaya mani olacak bir engel yoktur, öyle ise mazlum, asi de olsa, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste olduğu gibi, duası makbuldür. Peygamber {a.s) buyuruyor ki:
"Günahkâr da olsa mazlumun duası makbuldür. Onun günahı kendine aittir.” [19]
Bu hadis-i şeriften şu hükmü çıkarmak mümkündür: Mazlum, adeta zulmedene beddua yapıyor ki, Allah, dünyâda ondan intikam alarak zalime olan kinini söndürüp kalbine şifa versin. Allah dilerse dünyâda iken zalimi cezalandırmak suretiyle mazlumun duasını kabul eder.[20]
Bir Düzeltme Ve Bir Açıklama:
Genelde zalimin daha dünyâda iken zulmünün cezasını çeker, demiştik. Fakat genelde ifademizden anlaşıldığı gibi, her zalim, daha dünyâda iken hemen cezalanır, şeklinde bir anlam çıkarılmaz. Çünkü, zalime mühlet vermesi (imhal) Allah'ın sünnetindendir. Onu cezalandırmayı ihmal etmesi söz konusu değildir. Bazan onu dünyâda cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama Allah'ın bildiği, istidrac (nimet verip zulmünü veya küfrünü artırmak istemesi) gibi bir hikmetten dolayıdır. Ya mazlum başkalarına zulmetmişti de, düştüğü durum onun zulmünün bir cezası olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allah, zalimin ilerde düzelip samimi bir tevbe edeceğini ve kendine zulmeden hakkını alacağını biliyor. Yahut ta, cezasının gecikmesine sebep olan başka hikmetlerden dolayı Allah (c.c.) zalime zaman tanıyor olabilir. Allah'ın hikmetini ve kulları hakkındaki sünnetlerinin her birini bütün yönüyle kavrayanlayız. Ancak zulüm, naklettiğimiz hadiste olduğu gibi, zulmü yapana cezanın tez gelmesini sağlar. Zulme uğrayanın duası makbul ve müstecabdır. Ki o, çoğu kez kendisine zulmedene acil bir intikamla beddua eder. Bütün bunlar, cezanın zalime tezelden gelmesinin sebeblerindendir. Fakat sebeblerin de ötesinde, Allah'ın kulları hakkındaki hikmeti ve nüfuzlu meşiyyeti (dilemesi) vardır.[21]
Bir Zalimi, Diğer Bir Zalimin Üzerine Musallat Etmesi Bir Cezalandırma Biçimidir:
Allah'ın, "Zulüm ve Zalimler" hakkındaki bir sünneti (kânunu) de, fertleri birbirine zulmeden bir milletin başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zalim bir idareciyi musallat etmesidir. Nitekim Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"İşte kazandıkları (günahlan)ndan ötürü zalimlerden bir kısmım diğer bir kısmının peşine böyle takarız." [22]
Bu âyetin tefsirinde: "Bir kısım zalimleri diğer bir kısmının üzerine salarız (musallat ederiz). O da onları zillet ve felakete götürür. Bu, zalimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vazgeçmezse, Allah ona diğer bir zalimi musallat edecektir. Nefsine zulmeden zalim, halkına zulmeden yönetici ve ticaretinden insanlara zulmeden tüccar gibi bütün zalimler bu âyetin kapsamına girmektedir [23] denilmektedir İmam-i Razi (544/1149), bu âyetin tefsirinde "âyet gösteriyor ki, halk, ne zaman zalim durumunda olurlar ise, Allah (c.c.) onlara kendileri gibi başka bir zalimi musallat eder. Bu zâlim idareciden kurtulmak istedikleri zaman da zulmü terkederler" demektedir. [24]
Âlûsî (1270/1853) de bu âyetin tefsirinde şöyle demektedir:
"Âyetten anlaşılmaktadır ki, yönetilenler zâlim olunca, Allah (c.c.) kendileri gibi zalim birini onlara musallateder. Hadis-i Şerifte de zaten:
"Nasılsanız öyle yönetilirsiniz." Buyrulmaktadır. [25]
Zalimler Kurtulmazlar:
Allah'ın "Zulüm ve Zalimler" hakkındaki sünnetinden birisi de, onların, âhirette kurtulmayacakları gibi dünyâda da iflah olmamalarıdır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: 'Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünyâ) yurdu (nu)n sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler!" [26]
Bu, Allah'ın, elçisi Hz. Muhammed'e (a.s) küfürlerinde ısrar eden kavmine (âyette geçen sözleri) söylemesini istediği hitaptır. Aynı zamanda korkunç bir tehdittir de.
Yâni, doğru zannediyorsanız, yolunuzda, yerinizde öylece devam edin. Ben de yolumda ve istikametimde devam etmekteyim. İlerde bileceksiniz, bu dünyâda iyi neticeler kiminmiş. Elbette Resulünün ve O'na tâbi olan inananlarındır. Nitekim Allah (c.c.) va'detti, va'dini yerine getirip Resulünü kafirlere karşı destekledi. Resûlu ve mü'minler için söz konusu olan iyi neticelerin de sebebine işareten sünnetinin; "zalimler iflah olmaz" şeklinde olup mü'minlere muhalif olanların zalim olacağını bildirdi. Zulüm, daha kapsamlı olduğundan küfrün yerine kullanıldı. Bu daha faydalıdır. Çünkü zalim kurtulmayacağına göre, zulüm çeşitlerinin en kötüsü olan küfrün mensubu kafir nasıl kurtulur ki?
Haklar hususunda insanlara zulmedenleri kapsadığı gibi, Allah'ın nimetlerine nankörlük ederek veya uluhiyette O'na ortak koşarak nefislerine zulmedenler de "Kurtulmayan Zalimler"in kapsamına girerler. Sünnet (Kanuni İlahi) değişmez. O da, zalimlerin iflah olmayacakları, yardım görmeyecekleri ve arzularına nail olmayacakları kunundur. Allah'ın adil sünnet ve adeti gereği, zalimler için kurtuluş söz konusu olmayınca, bunun ehl-i hak ve ehl-i adalet olan peygamberler ve onlara uyan müminlere özgü olduğu şu âyetlerde ifade edilmiştir:
"Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünyâ hayatında hem de şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım ederiz." [27]
"Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: 'Mutlaka kendilerine yardım edilecektir. Ve galip gelecek olanlar, mutlaka bizim ordumuzdur." [28]
Milletlerin Kendi Zulümleriyle Helak Olması:
Allah'ın "Zulüm ve Zalimler" hakkındaki bir sünnetide, milletlerin kendi zulümleriyle helak olmalarıdır. Bu umûmî sünnetin (kânun) izahı kabilinden Kur'an"da pek çok âyet bulunmaktadır:
"Böylece zulmeden milletin ardı kesildi." [29]
"Zalim toplumdan başkası mı helak edilir?." [30]
"İnanmadıkları için sizden önceki nice nesilleri helak etmişizdir." [31]
Son âyette geçen sebeb durumunda ki (lemmâ) kelimesi, başka bir fiillin oluşmasından dolayı, fiilin meydana gelmiş olmasına delalet eden zarfdır. Yâni bu kelime, sebeb durumunda ki "zulm’ün meydana gelmesiyle (geçmiş) milletlerin yok olup gittiklerine delalet etmektedir.
Zulüm İki Çeşittir:
1- Kişilerin, günahları ve Allah'ın itaatından çıkmaları ve birbirlerine zulmetmeleri sebebiyle nefislerine zulümleri.
2- Halkının haklarını yok yere harcayan, onları, devamlılıktan uzak, sıkıntlı ve perişan bir yaşantıya sürükleyen ve düşmanların istilasına elverişli hale getiren idarecilerin zulmü.
Bu konuda Allah'ın şu sözü ne kadar doğrudur. [32]
"(Halkı) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik." [33]
İşte bu kânun milletler arasında sürekli ve kaçınılmaz bir sünnettir. Zulümleri sebebiyle yok olup gitmelerinin bir zamanı vardır. Bu zaman, durumlarının ve düşmanlarının (zayıf ve kuvvetli oluşları gibi) hallerinin değişmesiyle değişir. İşte bu, âyette işaret edilen "ecelleri'dir:
"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri (ecelleri) gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler." [34]
Zalim Milletlerin Helaki İçin Belli Bir Ecel (Süre) Vardır:
Zalim milletlerin yok olması için belli bir ecel söz konusudur. Şöyle ki, zalim milletlerin devamı belli bir süre ile sınırlıdır. Bu süre sona erince ecelleri gelmiş demektir. Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli geldiğinde insanın ölüp yok olması gibi. Bunu şöyle izah etmek mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık gibidir. Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm zamanı yaklaşmıştır. Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allah'ın ecel olarak bildirdiği muayyen müddetin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya götüren yıkıcı iz ve alametlerin meydana gelmesiyle o milletin helakini hızlandırır. Yâni Allah'ın, milletlerin ecelleri için koymuş olduğu umûmî sünnetinin gereği takdir ettiği müddet, o millette var olan adalet gibi devam faktörleri veya zamanla ortaya çıkan zulüm gibi bozulma ve yıkım amillerine bağlıdır.
"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri (ecelleri) gelince (-onlar), ne bir an geri kalırlar, ne de öne geçerler, (tam vaktinde bitip giderler)." [35]
Âlûsi (1270/1853) bu âyet hakkında şunları söylemektedir:
"Yâni, helake uğramış her milletin bir eceli, köklerinin kazınması için konulmuş belli bir süreleri vardır. [36] Bu milletin helaki, muhakkak olsa da, geliş zamanı bizim için malum değildir. Yâni yakinen biliyoruz ki, zalim bir millet "Zulüm ve Zalimler" hakkındaki Sünnetullâh gereği kesin helak olacaktır. Fakat yok oluşunun vaktini bilmemiz ve kavramamız mümkün değildir. Hiç kimse buna ne bir gün ne de bir yıl tayin edemez. Bu Allah katında belli saatlerde sınırlanmıştır. Bu sebeble Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"Süreleri (ecelleri)'ne gelince bir an geri kalırlar, nede öne geçerler.” [37]
Sünnetullâh, Zalim Milletlerin Helakiyle Uygunluk Arzeder:
Sünnetullâh, zalim milletlerin helakine uygundur. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"(Ya Muhammed), bu sana anlattıklarımız, o şehirlerin haberlerinden (başlarına gelen olaylardan)dır. Onlardan kimi hâlâ ayakta, kimi de biçilmiştir. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. Rabb'inin emri geldiği zaman, Allah'tan başka çağırdıkları tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamazâr ve onların ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı! İşte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması, çok acı ve çok çetindir." [38]
Allah (c.c.) (biz onlara zulmetmedik) buyuruyor. Helak etmekle biz onlara zulmetmedik. Fakat yaptıkları sebebiyle nefislerine zulmederek helak olup gittiler, demektir.
(İşte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar) Yâni, Allah'ın azabı geçmiş milletlere özgü değildir. Aksine, bütün zalimleri cezalandırma hususunda O'nun sünneti (kânunu) birdir. Kimsenin, helakin sadece geçmiş zalimlere özgü olduğunu zannetmesi doğru değildir. Çünkü Allah onların durumlarını hikâye ederek buyuruyor ki:
(İşte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar). Anlaşılıyor ki, helake götüren bu durumlarda geçmiş zalimlere ortak olan herkes, aynı çetin azaba çarptırılmada da onlara ortak olacaktır. Ayet, zulmün vehametinden sakındırıyor. Öyle ise, zalim kendine verilen mühlet ve tanınan süre ile aldanıp durmasın. [39]
Bir Devlet Küfür İle Ayakta Durur Ama Zulüm İle Durmaz:
Allah Teala şöyle buyruyor:
"Halkı islah edici kimseler olsaydı, Rabb'in, o şehirleri haksız yere helak edecek değildi." [40]
Kâfir bir devlet adil olabilir. Yâni, kânunları insanlara zulmetmediği gibi, ne insanlar nefislerine, ne aralarında birbirlerine zulmetmezler. İşte bu devlet, -küfrü ile beraber ayakta kalır. Çünkü, bir devleti yanlız küfrü sebebiyle helak etmesi Allah'ın sünnetinden' değildir. Fakat devlet, küfrüne, yöneticilerin halkına, insanların birbirine olan zulümlerini eklerse durum farklı olur. Bunu ilim ehli ve müfessirler söylemektedirler. İmam Razi (544/1149) tefsirinde şunları söylemektedir: "Bu âyetteki zulümden maksat şirktir. Yâni Allah Teala, aralarındaki muamelelerinde düzeltici, bozgunculuktan uzak oldukları ve birbirlerine dürüst davrandıkları sürece yanlız şirkleri sebebiyle bir şehir halkını helak etmez. [41]
Kurtubi Tefsirinde ise şunlar yazılıdır:
"Zulüm, şirk ve küfür demektir. (Halkı İslah edici kimseler) demek, yâni aralarındaki hak alış-verişlerinde İslah ediciler demektedir. Âyetin mânâsı şöyledir:
Allah, fesadı karıştırmadıkça, yanlız küfürleri sebebiyle onları helak etmemiştir. Nitekim Şuayb (a.s)'ın kavmini ölçü ve tartıda hile yapmaları, Lüt kavmini de livata (eşcinsellik) gibi bir çirkefi işlemeleri sebebiyle helak etmiştir. [42]
İbn-i Teymiyye'nin Zalim Bir Devletin Helaki Hakkındaki Sözü:
Şeyh-ul İslam İbn-i Teymiyye (662/1263) şöyle der:
"İnsanların işleri, dünyâda, günaha bulaşmayan haklar konusundaki zulümdense, ancak içinde bir takım günahların bulunduğu adaletle düzgünlük arzeder. Bunun için Allah, kâfir de olsa, adil devleti ayakta tutar ama müslüman da olsa zalim olana geçit vermez, denilmiştir. Yine dünya, adalet ve küfürle devam eder ama zulüm ve İslâm'a davet etmez, denilmiştir. Adalet, herşeyin ölçüsüdür. Dünyâ işlerinde adalet icra edilirse, (icra edenler kâfir oldukları için) âhirette mükâfat alamasalar da, (o adalet sayesinde) dünyâ ayakta kalır. Fakat adalet icra edilmese dünyâ ayakta kalmaz. Halkın imanı da olsa, ( adaleti uygulamaya koymadıkları için) imanları âhirette onlara fayda sağlamayacaktır. [43]
Kânun Tatbikinde İltimas, Helake Götüren Zulümdür:
Kânunun, tüm insanlara aynı ölçüde, iltimassız (kimseyi kayırmadan) tatbik edilmesi gönüllere rahatlık verir. Haklı olan zayıfa, kuvvetli olanın zulmünden emin olduğu kanaatini verir. Çünkü devlet, onun yanında mahkemelerinin adalet ve ciddiyetle, herkese ve kimseyi kayırmaksızın tatbik ettiği kânunlarının temsilcisidir. Her kim ki, devlet, kanunlarıyla onun yanındadır, o kimse, ne kadar nüfuz, kuvvet ve mevki sahibi olsalar da, başkalarından daha güçlüdür.
Bu konum bozulup kânunlar herkese tatbik olunmayınca, kayırmalar (iltimas) baş gösterince ve hele hakim bunu başlatınca bu, devletin bizzat işlediği ve yardımcı olduğu veya susup mani olmadığı bir zulümdür. Devlet bizzat zulme sarılır ve onu örtbas ederse, artık o devlette helak ve yok oluş sebebi baş göstermiştir. Devlet zamanla yok olur gider. Bu Resulüllah' (a.s) ın bizi sakındırdığı durumdur. Buhari ve Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Mahzum kabilesine mensup olan hırsız bir kadının durumu kureyş'i fazlaca meşgul etmişti ki bu hırsızlık konusunda Resûlullah'la kim konuşabilir? Deyip duruyorlardı. Buna Resûlullah'ın sevdiği Üsatne b.Zeyd ancak cesaret edebilir dediler. O da konuyu açınca Resûlullah'ın yüzünün rengi değişti. Ve buyurdu ki:
"Allah'ın hududundan bir had (ceza) konusunda benden şefaat mi bekliyorsun?" Üsame: Estağfirullah, Ya Resülallah! dedi. Akşam olunca Resûlullah kalkıp hutbe okudu. Allah'ı layıkı veçhile sena ettikten sonra buyurdu ki:
"Bundan sonra (Emma ba'd), sizden öncekiler, ancak içlerinden soylu birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri, ama güçsüz birinin hırsızlık yapması durumunda da ona ceza (had) uygulamaları sebebiyle helak oldular. Nefsimi kudreti elinde bulundurana yemin olsun ki ben Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık etsede elini keserim. Sonra emretti, o hırsızlık eden kadının eli kesildi." [44]
Bu hadisin şerh'inde: "Bu hadiste, evlat da olsa, akraba da olsa, asilzade de olsa gerekli kimselere haddi yerine getirmede iltimasın terki konu edilmektedir. Bu iş, oldukça sıkı tutulmuş olup, bu hususta ruhsat kullananı da hadis reddetmiştir" denilmiştir [45]
Devletin Zulüm Sebebiyle Helak Olmasının Delili:
Hırsızlık eden kadın hakkında bahsi geçen hadiste Resûlullah (a.s) şöyle buyuruyordu:
"Sizden öncekiler, ancak içlerinden soylu birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri, ama güçsüz birinin hırsızlık yapması durumunda ise ona ceza (had) uygulamaları sebebiyle helak oldular".
Kânunun tatbikinde iltimas, devletin bizzat yaptığı veya yardımcı olduğu bir zulümdür. Oysa devletin zulmü bertaraf ve mazlumları himaye ederek zalimleri cezalandırması beklenirdi. Zulmün en ağır ve acı olanı da, şeni korumakla yükümlü olandan gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer seni çeşitlerini bizzat devlet uygular veya göz yumar yahut yardımcı pozisyonunda bulunursa, halkın zihninde kötü bir izlenim bırakır, devlet hakkında var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve devlete olan güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum onları devleti önemsememeye, idareyi zayıflatmaya, idarenin devamından yana olmamaya ve onu müdafaa etmemeye sevkeder. Daha kötüsü, onları devletin yıkımını, düşman istilasıyla bile olsa yok olup gitmesini isteme gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisan-ı halleriyle şöyle derler:
"Devlet artık bizim için güven duyduğumuz, himaye gördüğümüz, haklarımızın korunması konusunda huzur içinde olduğumuz ve zalimlerin düşmanlıklarına meydan verilmeyen büyük bir ev durumunda değildir."
Zulüm, bilfiil devlet eliyle devam eder veya örtbas etmek, bertaraf etmemek yahut görmezlikten gelinmek suretiyle yayılma gösterirse, iş, devleti kendilerine düşman gören insanlarla iş birliği yapıp devleti yıkmak üzere harekete geçen mazlumlara kalır. Bu dediğim, mazlumları tahrik etmek için değildir. Zulmederek onları bu hale düşüren, bu konuda zalime yardımcı olan veya gücü yettiği halde zulme engel olmayan devletin durumunu ortaya koymaya çalışıyorum.[46]
Ülkelerin Harab Olması Zulmün Eseridir:
İnsanların çalışmayı bırakıp, üretimden uzak durmaları ve bulunduğu yerden sürekli kaçıp gitmeleri sebebiyle, ülkelerin iktisadî bakımdan çöküşü ve uygarlık açısından yıkımı da zalim devletin yok olmasında rol oynayan zulüm eseridir. Bütün bunlar, devletin ekonomik ve askeri gücünde etkili olurken kimi sahalarda hazırlık için harcanabilecek mali kaynakları da azaltır. Güçsüz, mazlum ve düşkün halkına acımasız da olsa, devleti harici düşmanları karşısında zayıf düşürür. Bu durum ise, güçlü devletlerden olan düşmanların devlete veya kimi bölgelerine hucûm ve istilasına yahut devleti yok etmek konusunda gerekli zaiyat ve sıkıntılara teşvike yol açar.
Alimlerimiz (Allah rahmet eylesin), zulmün ülkeleri harap etmedeki etkinliğine işaret etmişlerdir. Kurtubi Tefsirinde: "Zulüm ve cevr (eziyet etme) halkını öldürmek ve göç etttirmek suretiyle ülkeleri harap eder. Artık o yerde bereket kalkar" denilir. [47] Alûsi Tefsirinde ise:
"İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir. O şöyle der:
Allah'ın kitabında zulmün, evleri yıktığını görüyorum. Ve şu âyeti okudu:
"İşte şunlar, zulümleri yüzünden çökmüş, (ıssız kalmış) evleridir. Şüphesiz bunda bilen bir kavim için ibret vardır." [48]
Zalimlerin Cezasının Ertelenmesi:
"El-Halim", Allah'ın güzel isimlerindendir. O'nun Hilm'i geniştir, tüm insanları kapsar. Zulmettikleri için onları cezalandırmada acele etmez. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Eğer Allah, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı.
Yani, şayet yaptıklarından dolayı insanları cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar ertelet, süreleri geldiği zamanda bir saat dahi, ne geri kalırlar ne de ileri geçerler, derhal mahvolup giderler” [49]
İnsanların helak edilmesiyle yeryüzündeki bütün canlılar da yok olup giderdi. Fakat Allah (c.c.) yumuşak muamele eder, (suçu) örter, belli ve tayin edilmiş süreye kadar bekler. Yâni cezalandırmada acele etmez. Çünkü bunu yapsa canlı namına hiçbir şey kalmaz [50].
Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları:
Zulüm, ümmetin helakine sebeb olunca, şer'an zalime karşı çıkmak, zulmüne mani olmak, ona boyun eğmemek ve meyletmemek vacibdir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün sebeb olduğu helakten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan kurtulur. Şimdi zulüm ve cezasından korunmanın, işaret ettiğimiz, yollarını anlatalım:[51]
1- Zalime Karşı Çıkmak:
Tirmizi'nin, Cami'nde Hz. Ebubekir'den rivayet ettiği hadiste, O'nun şöyle dediğini nakleder:
"Ey insanlar! Siz şu âyeti okuyorsunuz:
"Ey inananlar, siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapan kimse size zarar veremez." [52]
Ben Resulullah'ın şöyle dediğini işittim:
"İnsanlar bir zalimi görürler, ona mani olmazlar. Bu sebeble hemen hepsi cezalanır."
Bu hadisin şerhinde:
"Yâni, önlemeye güçleri yettiği halde önlemezlerse hemen hepsine umûmî ceza gönderilir [53] denilmiştir.
Görülüyor ki, zulmüne mani olunması ve hoş görülmemesi gereken "zalim", zalim idareci ve diğer zalimleri de içermektedir. Tıpkı melakine ve daha başka şeylere sebeb olan azab ve cezanın ümmetin tamamını kapsadığı gibi. [54]
2- Zalime Boyun Eğmemek:
Zulümden uzak kalmak, zalime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek... Bütün bunlar, müslüman ferdte olması ve öylece yetişmesi gereken hasletlerdir. Çünkü bunlar, İslami kimliğinin oluşması için zaruri olup müslümanın asli özelliğini ve esas kıymetini ortaya koyan temel vasıflardır. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman (kahramanca biribirlerine yardım ederek) kendilerini savunurlar." [55]
Onların direnmesi, Allah'ın onlara verdiği ile yetinip, taşkınlık yapmamalarıdır. Böyle bir direniş karşısında övülmüşlerdir. Çünkü haddi aşmadan hakkı alan, -kan sahibi, yâni kısas veya diyet isteme konumunda ise- öldürmede israf etmeyen ve ırzını korumak için kılıca sarılıp bertaraf eden kimse itaatkârdır. Her itaatkâr (muti) ise övülmüştür. [56]
Tefsiri Kutubi'de:
"Yâni zalim biri tarafından bir zulme maruz kaldıklarında teslimiyet göstermezler." [57] denilmiştir.
Sahih-i Buhari'de İbrahim en-Nehai'nin şöyle dediği kayıtlıdır; "Ashab horlanmaktan, zelil bir duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında da afvederlerdi. [58]
Zikrettiğimiz âyetin tefsirinde Alusi (1270-1853) şöyle der:
"Kendilerine karşı çıkandan -Allah verdiğince- intikam alırlar, aşırı gitmezler. Günahını itiraf eden acizin afvedilmesi övülmüştür. Israrlı düşmana karşı koymak da güzel görülmüştür." [59]
3- Zalimlere Meyletmek:
Zulme düşmek ve zulmün yaygınlaşması gibi ümmeti helake sürükleyen ve (umûmî) cezaya çarptırılmasına sebeb olan davranışlardan korunma yollarından biri de, her nasıl olursa olsun zalimlere meytetmemektir. Ta ki, zulmetmekten aciz ve zayıf kalsınlar. Hele bunlar, bir de zalim idareciler olurlarsa...Çünkü onlar zulmü, ya yardımcıları ve hak sahiplerinin susmaları veya kendilerine meyletmeleri sayesinde yaparlar. Allah (c.c.) zalimlere meyletmekten sakındırarak buyuruyor ki:
"Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." [60]
Zemahşerî (538/1143) bu âyetin tefsirinde şöyle der: (Meyletmeyiniz), bir şeye meylettiği zaman (erkenehu) denilir. Yasak (nehiy) zalimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla beraber olmayı, sohbetlerinden ayrılmamayı, ziyaretlerinde bulunmayı, dalkavukluk etmeyi, yaptıklarına rıza göstermeyi, onlara benzemeyi, şekilleriyle şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve (iltifat ve tasvib anlamı taşıyacağı için) onların süs ve giyimlerine en küçük bir bakışı bile kapsamaktadır. (Meyletmeyin); "Rûkun" az bir meyil demektir. (Zulmedenlere) deyip de (zalimlere) denilmemesinin incelendiğini bir düşün.[61]
4- Zalimin Zulmüne Yardım Etmemek:
Zalime yardım edenler de aynı onun gibi zalim olacakları için zalime yardımcı durumunda olmak caiz değildir. Bütün şekil ve türleriyle zalime meyletmek caiz olmadığına göre, fiili yardımda bulunmak haydi haydi caiz olmaz. Gerçek şu ki, zalim bir idareci avanesinin ve yandaşlarının yardımıyla zulüm yapmaya imkan bulur, yoksa yalnız kendisi zulüm yapmaz. Hangi şekliyle olursa olsun, zalime yardım etmek caiz değildir. Çünkü bu, onu desteklemek, zulmünü icra etmesine müsaade etmek demektir. Bu sebeble, zalim bir idareciye azab geldiği zaman, aynı şekilde (bu zulmü onaylayan) yardımcılarına da gelir. Çünkü onlar da onun kadar zalimdirler. Nitekim Firavun'a gelen azab avanesine de gelmişti. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"Gerçekten Firavun, Haman ve askerleri hatalıydılar (yanılıyorlardı)." [62]
Allah hepsini bu âyette "hata" vasfı ile bir araya getirmiştir. Hataları, Firavun'un zulmetmesi, (veziri) Haman ve askerlerinin de buna yardımcı olmalarıdır. Bu sebeble azab Firavun'a inince yardımcılarına da inmişti:
"Biz hem onu, hem de askerlerini yakaladık. Onları denize atıp boğduk." [63]
"Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık; bak o zalimlerin sonu nasıl oldu" [64]
Allah (c.c.) hepsini "zalim" olarak vasıflandırdı. Firavun'a ve ona yardım ettikleri için askerlerine "zalimler" diyerek hepsini aynı azabla helak ettiğini haber vermiştir. [65]
5- Zulmün Devamı İçin Zalime Yardım Etmemek:
Zalimin zulmüne imkan verecek tarzda devamına yardımcı olunamaz. Devam ve bekası için dua edilmez. Çünkü bekasında zulmünün daimi olmasını işitmek söz konusudur. Hadis-i Şerifte;
"Zalimin bekası için dua eden kimse Allah'ın mülkünde O'na asi olunmasını istemiştir" buyurulmuştur. [66]
Süfyanu's Sevri; "Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zalimi görürsek ona su verelim mi? diye soranlara, "Hayır" cevabını vermişti. "Ama ölür" denilince de, "Bırakın ölsün" demişti. [67]
Müslüman Cemaat, Zulüm Ve Zâlimler Hakkında Sünnetullâh:
Müslüman cemaat Allah'ın:
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten men'eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir." [68]
Emrine icabet etmek için toplantı yerlerine devam ederler. Cemaatin, Emr-i bil'maruf ve Nehy-i ani'l Münker farizasını yerine getirmesi gerekir. Zulme maruz kalmak ve toplumda zulüm beklentisi içinde olmak bir münkerdir. Zulmün en çirkini ise hakimin (idareci) zulmüdür. Bu durumda cemiyete düşen, Emr-i bi'l Maruf ve Nehy-i Ani'l Münker kaideleri ışığında bulunduğu yeri seçip cesaretle tavrını ortaya koymasıdır. Peygamber (a.s) in şu hadisi bu gerçeği ifade etmektedir:
"Sizden bir kimse çirkin bir iş (münker) gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Ki bu imanın en zayıf olanıdır. "[69]
Cemaatin Unutmaması Gereken Şey:
Cemaatın aklında bulundurup unutmaması gereken bir şey vardır ki, o da kendinin fertten kuvvetli, devletten zayıf olduğu ve İslami cihâdın doğru olan metodu üzerine kendisini göz altında tuttuğudur, Bu durumda bulundukça cemaata düşen, bu gerçekler ışığında ve şeriatın onayladığı uslub ve metodla tavır sergilemesidir.[70]
Müslüman Cemâatin Zâlimlere Meyletmekten Sakınması Lâzımdır:
Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa, zalimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece kaçınması lazımdır. Çünkü, iyi niyet, bazan belli şartlar dahilinde sahibinden günahı kaldırsa da hatayı yanlışı doğruya, haramı helale çevirmez. Buna göre cemmatin, lideriyle ve üyeleriyle (kadrosuyla), zalim idarecilerin arasında cemaati temsilen bulunması, onları tasvib etmediğini ilan etmeksizin, onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zalim idarecilere dalkavukluk ettiği vaya onları destekledeğinin intibaını vererek insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda bulunması caiz değildir. Aksi halde onlar kendi sorumluluklarına cemaati de ortak ederler. Dahası insanlar cemaatten ayrılır, dağılmaya ve hak doğru olanı söylese de onu dinlememeye başlarlar. Çünkü insan davranışı kendisine ters düşen kimselerden, özellikle zalim idarecilere dalkavukluk etme ve onlara destekçi olma konusunda muhalif olanlardan, hak da olsa kabul etmemek üzere yaratılmıştır. Hele de dalkavukluk ve destekçi, insanları İslam davasına çağıran müslüman cemaat olursa...[71]
Zalimlerle Bulunmamanın İstisnai Yönü:
Zalimlerin aralarında bulunmak, onlarla oturmak, onlardan istekte bulunmak gibi görüş itibariyle "meyil" anlamı taşıyan durumlardan ayrı tutulan özel bir husus (istisna) vardır ki o da; ya böyle bir davranışa mecbur eden konunun veya zalimlere "meyil" denilebilecek kimi davranışları mubah kılan şer'i bir zorunluluğun varlığıdır. İmam er-Razi (544/1149), (Zulmedenlere meyl etmeyiniz) âyetinin tefsirinde şöyle der;
"Bir zararı defetmek, acil bir menfaati çekmek için zalimlerle bulunmak, onlara "meyl" etmeme yasağına dahil değildir." [72]
Alusi (1270/1853), Şer'i bir sebeb yokken onlarla birlikte bulunmayı "meyil" olarak nitelendirmektedir. [73] Buna göre şer'i bir sebebin bulunmasıyla, onlarla bulunmak caizdir. [74]
İstisnayı Geniş Tutmak Ve Bunda Acele Etmek:
Genel kaidenin dışında kalan istisnai almada cemaatin işi geniş tutmaması laçkalaştırmaması gerekir. Çünkü istisnalarda hoşgörü (müsamaha) olmaz. Ayrıca, istisnayı alma hususunda acele etmemesi lazımdır. Aksine, önce üzerine düşen, bu istisnayı almaktan başka bir çarenin olmadığına, bir zararı bertaraf etmesi, bıraktığı bir menfaatten daha büyük ve öncelikli olacağı için maslahatının (fayda) mefsedetinden (zarar) daha önemli olduğuna iyice kanaat getirmesidir. Bu takdiri bir durum olup cemaatin inisiyatifine bırakılmıştır. Allah (c.'c), takva ve ihlasına göre cemaati -inşAllah- doğruyu yapmaya muvaffak kılar. Cenab-ı Hakk (c.c),
"Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır." [75] buyuruyor. Fakat iş, istisnanın alınıp alınmayacağı veya hangisinin daha faydalı olacağını bilmeyecek şekilde müşkil ve kapalı olursa, bu durumda cemaatin istihare duası ve namazıyla, istisnayı alıp almamadaki doğruyu bildirmesini Allah'tan istemesi lazımdır.[76]
Zalimlere Meyletmenin Cezası:
Zalimlere meyletmesi sebebiyle müslüman cemaat, âyette anılan azaba çarpılacaktır:
"Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." [77]
Yâni zalimlere meylettiğiniz zaman "ateşin sizi tutması" bu meylin akıbeti olacaktır. Yâni zalimlerin ve onlara meyledenlerin cezası olan "ateş" size dokunacaktır. Çünkü zalimlere meyil zulümdür. Öyleyse meyleden zalim olur. (Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur, Yani sizi Allah'ın azabından kurtaracak bir dostunuz da yoktur. (Sonra size yardım edilmez) ne, herhangi bir sebeble ne de Allah'ın yardım ve desteğiyle bir yardımcınız olmaz. Çünkü zalimlere meyleden, onlardan olur. Allah (c.c.) ise zalimlere yardım etmez.
"Rabbimiz sen birini ateşe soktun mu, onu perişan etmişsindir, zalimlerin yardımcıları yoktur." [78]
Cemaatin, Kusur Ve Yükümlülüklerini Ümmete Göstermesi Gerekir:
Müslüman cemaata düşen, kusur ve yükümlülüklerini ümmete göstermesidir. Kusurları, zalim idarecinin karşısında susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak suretiyle zulmüne yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa, zalim, yetkisini kötüye kullanmayacak ve zulmünü sürdürecekti. Ümmet ondan kurtulmayı istediği an, isterse birbirlerine zulüm etsinler veya içlerinde isyan yaygın bir durumda olsun, aralarında söz birliği de olmasın ve ne şekilde olursa olsun zalim idareciye yardım ediyor olsunlar, onu despotluğa (tasallut) götürecek bütün sebebleri ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir. Ayrıca zalim idareciyi onaylamama, ona olan fiili hoşnutsuzluğu hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen zulmü ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi gerekir. Bu İslam ve Allah yolunda cihâd sancağını taşıyan İslam cemaatinin etrafında toplanıp kenetlenmeyi gerekli kılan bir kıyamdır.
Zalim idareciyi korkutucu yaptırım gücünün ve duyulacak sesinin olması için her seçkin mü'minin bu müslüman cemaata katılma mecburiyeti vardır. Böylece ya zulmünü terkeder, adaletin gereğini yaparak Allah'ın şeriat ve hidâyetine yapışır, ya da idareyi bırakarak bütün yetkilerinden feragat eder.
Çünkü memleket yahut devlet, babasının çiftliği veya tarlası olmadığı gibi, halk da onun kölesi değildir.[79]
Zulüm Sebebiyle İnsanları Küfre Düşmekten Sakındırmak:
Müslüman cemaata düşen, insanları küfre düşmekten, hüküm ve kuvvette devamlı olduğu zannıyla zalim idareciyi desktekleyerek, Allah'a itirazda bulunup O'nu suçlayarak -Allah'a sığınırız-İslamdan çıkmaktan (riddet) men'etmektir. Şeytan, insanların küfürlerini ya sözleriyle yahut müslüman olduklarını vesikalandırmaya çalışmalarıyla süsler. Bununla beraber Allah (c.c), onlara zalim bir idareciyi musallat eder. Üstelik bu idareci, zulmüyle beraber kafir ve mürted (dinden dönmüş) de olabilir. Allah (c.c), onu mazlum insanların intikamını ondan almak için azabını da indirmez. Bu durumda cemaata düşen, onlara cehaletlerini, söyledikleri sözlerin küfür ve İslam'dan çıkmak (riddet) olduğunu, İslami ölçülerle hükmeden ve şeriattan ayrılmayan adil bir idareci istedikleri zaman, evvela kendi aralarında adaleti icra etmeleri gerektiğini açıklamasıdır. Çünkü Hz. Ömer (r.a) gibi adil bir idareci isteyen halkın, Hz. Ömer'in halkı gibi adil olması gerekir. Zira: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" sözü temel bir kuraldır.
Ayrıca, Müslüman cemaatin; hayatın, Allah'ın umûmî sünnetlerine uygun olarak cereyan ettiğini insanlara anlatması da gerekir. Esbab (sebebler) ve Müsebbeblerde olan Sünneti, hak ve bâtıl mücadelesindeki Sünneti hep bu kabildendir. Allah (c.c), hayat kânunlarını ve toplum içerisindeki umûmî sünnetlerini insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki onların durumları, Allah'a Resulullah'tan ve onun arkadaşlarından daha sevimli değildir. Allah (c.c.) onların çektiği eziyet ve Allah yolunda karşılaştığı musibetleri, yeryüzünden tağutları kaldırarak Allah'ın yardımına mazhar oluncaya kadar can feda edişlerini bize anlatmış ve hikaye etmiştir. Müslümanların, tağutları ortadan kaldırmanın ve zalim idarecileri bertaraf etmelerinden rahatsızlık duyarak yanlız "ol" çekmeleriyle, üzüntülerini dile getirmeleriyle veya müslüman olduklarını delillendirip durmalarıyla olmayacağını bilmeleri lazımdır. Kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla övünüp dururken, Allah'ın zalim idarecileri yok etme gereğinden bahsederler. İsterler ki, Allah meleklerini göndersin de melekler onların yerine savaşsınlar, zalim idareciyi bertaraf etsinler, neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! yok öyle şey! Gerçek sünnetleriyle yol bulan; zalim veya kafir idareciden kurtulmak istediğinde ise bütün türleriyle ve bunun için gerekli gücü hazırlamak suretiyle şer'i cihâda tutunandır. Onun atması gereken en iyi adım, söz ve gayret birliğidir. Müslüman cemaatın etrafında bütün bir kadro olarak topluca ve birlikte... Çünkü, cemaat, iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder. Zulmü kaldırmak, vazgeçmedikleri zaman zalimleri idareden uzaklaştırmak bu cümledendir. [80]
[1] İbn Manzûr, Lisânu'l Arab, c.15, s.266
[2] Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s.315
[3] Fîrûâbâdî, Besâir Zevi't Temyîz, c.4, s.230
[4] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 146.
[5] Şerh-u Sahîh-i Buhârî, c.5, s.95
[6] Aynî, Umdetu'l Gârî, c.12, s.238
[7] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 146.
[8] Lisânu'l Arab, c.13, s.156.
[9] Râğıb el-İsfehani, el-Müfredât, s.325
[10] İbnu'l Esir, en-Nihâye, c.3, s.189
[11] Firuzâbâdî, Besâir, c.4, s.28. Kimi gereksiz lüğavî teferruatlara tercümede yer verilmedi (Çev.) Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 147.
[12] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 147.
[13] Nahl: 16/90.
[14] Maide: 5/8
[15] Fetevâ-i İbn-i Teymiye, c.l, s
[16] a.g.e., c.l, s.353. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 148.
[17] ' Fetevâ-i İbn-i Teymiye, c.l, s.362. İbn-i Teymiye'nin "Mazlumların hakkı verildiği zaman müflis kalmasın" sözü, Buhârî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği şu hadîse işaret ediyor gibi; Resûlullâh (a.s.) buyurdu ki: Kim bir kardeşinden [ haksız olarak bir şey almışsa {dinar ve dirhem olarak) kıymetlenmeden aynı gün iade etsin. Eğer iyi bir ameli varsa ondan haksızlık ettiği kadar alınır, yoksa kardeşinin günahından ona yüklenir. Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhârî, c.5, s. 161. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 149.
[18] Avnu'l Ma'bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Davûd, c.13, s.244
[19] Askalânî, a.g.e., c.3, s.357-360
[20] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 150-151.
[21] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 151.
[22] En'am: 6/129
[23] Tefsîr-i Kurtûbî, c.7, s.85
[24] Tefsîr-i Râzî, c.13, s.194.
[25] Tefsîr-i Âlûsî, c.8, $.27.
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 152.
[26] En'am: 6/135
[27] Gafir: /51
[28] Saffat: 37/171-173 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, c.2, s.178-179; Tefsîr-i Âlûsî, c.8, s.31; Tefsîr-i Menâr, c.8, s.l 19-120; Fîziiâl, c.8, s.113
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 153-154.
[29] En'am: 6/45
[30] En'am: 6/47
[31] Yunus: 10/13
[32] Tefsîr-i Menâr, c.ll, s.315
[33] Enbiya: 21/11
[34] a.g.e.,c.ll,s.315 Yunus: /49. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 154-155.
[35] Araf: 7/34
[36] Tefsîr-i Âlûsî, c.8, s.112
[37] Tefsîr-i Menâr, c.8, s.402. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 155-156.
[38] Hud: 11/100-102
[39] Tefsîr-i Zemahşerî, c2, s.447; Tefsîr-i Râzî, c.17, s.517. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 157-158.
[40] Hud: 11/117
[41] Tefsîr-i Râzî, c.18, s.76
[42] Tefsîr-i Kurtubî, c.9, s.114. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 158-159.
[43] İbn Teymiye, Risâletü Emru bi'l Mâruf ve'n Nehyu Ani'l Münker, s.40. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 159.
[44] Askalânî, c.12, s.87; Nevevî, c.ll, s.187; Aynî, c.23, s.276
[45] Askalânî, a.g.e., c.12, s.96. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 159-161.
[46] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 161-162.
[47] Tefsîr-i Kurtubî, c.9, s.334
[48] Tefsîr-i ÂIûsî, c.19, s.215. Neml: 27/52. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 162-163.
[49] Nahl: 16/61.
[50] İbn-i Kesîr, c.2, s.35. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 163.
[51] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık:164.
[52] Maide: 5/105
[53] Tuhfetu'l Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, c.8, s.423
[54] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 164.
[55] Şûra: 26/39
[56] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.229
[57] Tefsîr-i Kurtubî, c.16, s.39
[58] Askalânî, Şerh-i Sahîh-i Buhârî, c.5, s.99
[59] Tefsîr-i Âlûsî, c.25, s.47. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 165.
[60] Hud: 11/113
[61] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433, Düşünme yönü şudur: Zulmedenler başka, zulmü kendisine adet edinen zâlimler başkadır. Âyette zulmü adet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenenlere dahi hafif bir meylin olmaması gereğine dikkat çekilmektedir. (Çev.)
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 166.
[62] Kasas: 28/8
[63] Zariyat: 51/40
[64] Kasas: 28/40
[65] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 167.
[66] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433, Keşşafin muharrici (Hadîslerini tahrîc eden), "Bu hadîsi Beyhakî Şuabu'l İman'da rivayet etti ve bunu Ebû Nuaym Hilye'de Süfyanu's Sevrî'nin sözü diye zikretti" der
[67] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 168.
[68] Al-i İmran: 3/104
[69] Al-i İmran: 3/192. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 168-169.
[70] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 169.
[71] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 169-170.
[72] Tefsîr-i Râzî, c.18, s.72
[73] Tefsîr-i Âlûsî, c.12, s.154
[74] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 170.
[75] Talak: 65/2
[76] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık:170-171.
[77] Hud: 11/113
[78] Al-i İmran: /192. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 171-172.
[79] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 172-173.
[80] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 173-174.