13 Aralık 2015 Pazar

Yaklaşan Melhame-i Kübra (Kıyamet Savaşı)

Resulullah (a.s.m) şöyle buyurdu                    

“Melhame-i Kübra, Kostantin’in (tekrar) fethi ve Deccal’in zuhur etmesi (olaylarının hepsi) yedi ay içerisinde meydana gelir” (Ebu Davud, Melahim,Tirmizi Fiten, 58).

Bu hadisi şerife göre

a- Önce Hatay’ın Amik Ovasında Siyonist-Haçlı güçlerle kanlı bir hesaplaşma yaşanacağı

b- Ardından Konstantin’in (İstanbul ve Türkiye’nin) manevi işgalden ve işbirlikçi hain hükümet ve zihniyetlerden tekrar kurtulup, milli bir yönetime kavuşacağı

c- Sonrasında ise, Deccalizmin (İsrail ve Siyonizmin) tepelenip bölgemizin İslam ve insanlık âleminin huzura erişeceği anlaşılabilir.


Siyonist Haçlı Batılılar “Armegedon Savaşı”nı “Tanrıyı KIYAMETE zorlamak” gibi saçmalıklarla yorumlayıp, ABD-İsrail fanatiklerini bu “Ortadoğu harbine” yönlendirmektedir. Güya “tanrıyı kıyamete zorlamak” ya da “Mesih'i dönmeye mecbur bırakmak” için ABD Başkanı Bush’un da sıkı sıkıya bağlı olduğu Protestan fundamentalizmi, Armegedon çılgınlığını körüklemektedir. Onlara göre Hz. İsa’nın gelmesi için de bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armegedon” denen o nihai savaşın çıkması gereklidir. Siyonist Hıristiyan sayılan Protestanların hedefi “Tanrı'ya kıyamet için yardımcı olmak üzere Armegedon savaşının fitilini ateşlemektir. Tabi onları bu şekilde yönlendiren asıl Siyonist Yahudilerdir. İşte bu şeytani girişimler Türkiye'yi de doğrudan ilgilendirmektedir. Çünkü bu kıyamet savaşı Ortadoğu'da patlayacak, Amik ovasında yaşanacak ve bu savaş Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesinde sona erecektir! Armegedon Savaşının Müslüman ordusunun İsrailoğullarına saldırmasıyla çıkacağı işlenmektedir. Protestan Siyonistler, Armegedon Savaşı’nda İsrail’in desteklenmesi gerektiği görüşündedir. Onlara göre Hz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelecektir. Yani bizim beklediğimiz Hz. İsa ile Haçlı Protestanların beklediği İSA, çok farklı şahsiyetlerdir. “Yahudiler, Müslümanlara karşı Armegedon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek” diyen Siyonist Haçlılara göre Hz. İsa’nın dönmesi için de bu savaşın körüklenmesi gerekmektedir. Ancak bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudilerin kazanması öngörülmektedir. Onun için Protestanlar ile İsrail arasında sıkı bir işbirliği, dini nedenlerden dolayı mecburidir. Bu savaş bittikten sonra da, 144 bin Yahudi hariç, (o 144 bin Yahudi de Hz. İsa’ya iman eden Yahudiler olacak) hepsinin kırılıp öldürüleceği, sadece Amerika’ya ve Hz. İsa’ya bağlı olanlar yeryüzünde kalıp hüküm süreceği” bildirilmektedir.

Yenişafak'tan İbrahim Karagül bir köşe yazısında şunları söylemektedir:

"Tanrı'yı kıyamete, Türkiye'yi bölgesel savaşa zorlamak!.." isteyen ABD ve İsrail için Türkiye’ye de bir rol biçildiği görülmektedir. “Türkiye'nin Kürtlerle çatışmaya sokulması demek, İran'ın da cepheye girmesi demektir. Savaşın Pakistan'dan Lübnan'a kadar yayılması demektir. İşte bu, ABD ve müttefiklerinin en büyük hedefidir. Neocon-İsrail aşırı sağının ortak ideali, Ortadoğu merkezli bir dünya savaşını körüklemektedir. Yani Armegedon dedikleri Kıyamet savaşıyla Mesih yeryüzüne inecek, bu savaşla “ilahi adalet” gerçekleşecektir. İşte buna “tanrıyı kıyamete zorlamak ya da “Mesih'i dönmeye mecbur bırakmak.” denilmektedir.”

Yahudilerle köklü bir hesaplaşma yaşanacağına ve İsrail’in yıkılacağına İsra Suresi 4-8 ayetleri de işaret etmektedir:

4- Biz kitapta (Kur’an da ve Levhi mahfuzda) İsrailoğullarına şu hükmü verdik (ve olacakları bildirdik): Muhakkak siz yer (yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir azgınlıkla kibirlenip yükseleceksiniz (dünyayı fesada vereceksiniz)

5- Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhdunnasr, batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp (buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar) Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü (ve gerçekleşti).

6- Sonra onlara karşı size tekrar “güç ve kuvvet verdik”, size mallar ve çocuklarla yardım ettik (karşılıksız dolar ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü hâkimiyetini gerçekleştirdiniz) ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık. (BM ve NATO’yu güdümünüze alıp şımardınız)

7- (Bu imkân ve fırsatlara kavuştuktan sonra) Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz, o da (sizin) aleyhinizedir. Sonunda (tekrar azgınlaşıp yeryüzünde fitne çıkarmanızdan dolayı ikinci cezalandırma için) vaad geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi ‘kötü duruma soksunlar’, (şeref ve hasiyetinizi ayaklar altına alsınlar) birinci de girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini darmadağın edip mahvetsinler.

8- Umulur ki (hak ve adalete yönelir, küfür ve zulmü terk edersiniz diye) Rabbiniz size merhamet edip (uyarıyor), fakat siz (bozgunculuğa) dönerseniz biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirler için bir kuşatma yeri kıldık.”

Ayetleri de; hem imtihan sırrının gereği, hem de Yahudilerin yüzyıllar süren sabır ve gayretlerinin neticesi; İsrail’in yeniden kurulacağını, yeryüzünde büyük bir etkinliğe ulaşacağını, ama şımarıp azıtmaları ve sapıtmaları yüzünden yeniden cezalandırılıp acı bir akıbete uğrayacaklarını haber vermektedir.

Kürdistan Büyük İsrail’e Hazırlıktır!

Kitabı Mukaddes’in Vahiy bölümünde geçen Armegedon hayali, asıl Musevilerin hedefi olduğu halde, daha çok Siyonist Hıristiyanlar için önemli görülmekte ve Haçlılar tahrik edilmektedir. Museviler İsa’yı Atanmış Mesih (Kral) kabul etmeyip, başka bir Mesih beklemektedir. “Altıncı melek tasını Fırat Irmağına boşalttı. Gündoğusundan gelen kralların yolu açılsın diye ırmağın suları kurudu” (vahiy 16. /12-21) ifadeleri Büyük İsrail’i kurmak amacıyla Türkiye’nin Güneydoğusunun bizden koparılacağını haber vermektedir.

Eski Ahit'e göre, kıyametten bir süre önce, Mesih'in gelişiyle birlikte Mesih'e tabi olan Yahudiler ve onların düşmanları arasında büyük bir savaş meydana gelecektir. Buna göre Yahudilerin büyük kayıplar verecekleri buna rağmen bu savaşı kazanacakları ifade edilmektedir. ABD'nin etkin gruplarından olan, birçok bürokrat, istihbaratçı ve uzmanın yanı sıra eski ABD Başkanı Ronald Reagan ve Bush'un da mensubu olduğu Evanjelikler de, Armegedon'un çok yakında gerçekleşeceği ve bu büyük savaşın içinde bulunduğumuz insan nesli tarafından görüleceği kanaatindedir Onlara göre, bugünkü İsrail ordusu, yakında Armegedon'da "goyim" (Yahudi olmayanlar) ile savaşacak olan ordunun ta kendisidir. Dolayısıyla İsrail'in askeri gücünü artırmak ve korumak için ellerinden geldiği kadar çalışmaları bir vecibedir. Bu inanışa göre: Armegedon, ancak ve ancak Yahudilerin bir millet olarak “Eretz İsrail” (Vaat edilmiş toprakları kapsayan büyük İsrail)de yeniden bir araya gelmelerinden sonra gerçekleşecektir...

Kitabı Mukaddes’te bildirildiğine inanılan Armegedon, şu yedi aşamanın son halkasıdır!

• Yahudilerin Filistin’e geri dönmeleri.

• İsrail Devletinin gerçekleşmesi

• Dünyanın, tüm uluslarına İncil’in vaaz edilmesi.

• Rapture (Vecd). Kilise’ye iman edenlerin Cennet’e yükseltilmesi.

• Turbulasyon: Yani yedi yıl sürecek olan felaket dönemi. Bu süreçte, Yahudiler ve diğer mü’minler zulüm göreceklerdir. Ancak yine bu dönemin neticesinde iyiler, Deccal önderliğindeki kötüleri yenecektir.

• Armegedon savaşının körüklenmesi ve İsrail’deki Megiddo tepesinde sona ermesi.

• Deccal ve ordusunun yenilmesi ve Mesih’in krallığını ilan etmesi. Krallığın başkenti Kudüs olacak ve Krallık Yahudiler tarafından yönetilecektir. Bu Yahudiler Mesih’e bağlanacaklar ya da Hıristiyanlığa döneceklerdir.

“Sizinle beni esfer (RUMLAR) arasında sulh olur. Sonra onlar muahedeyi bozarlar ve 12 bin kişiye ulaşan (seksen fırkalık) bir kuvvetle, üzerinize yürürler. (Amik Ovası Harbi)”[2]

“Rumlar, benim soyumdan ve ismi ismime uygun bir yöneticiyi (MEHDİ)’ye gadr ettikten (hile ve hıyanetle iktidardan düşürdükten) sonraki bir süreçte Amik denilen yerde sizinle savaşacaklardır”[3] gibi rivayetlerde de görüldüğü gibi Rumlar (NATO), bir düşmana (güya; İran’a, Ruslar’a ve PKK’ya) karşı bize yardım maksadı ile müttefik olarak, Amik ovasında 960 kişilik bir öncü kuvvet getirdikten sonra Müslümanların o düşmana galip gelmesi üzerine bir bahane ile anlaşmayı bozup “gadirlik (hıyanet ve kahpelik) yapacakları ve Müslümanların üzerine saldıracakları haber veriliyor. Bu harbe MELHAME-İ KÜBRA deniyor ve Antakya’da Amik ovası ve civarında cereyan edeceği belirtiliyor. Bu harbe Müslümanların başında kumandan olarak da Hz. Mehdi’nin sadık bir takipçisi ve talebesi bulunuyor ve Allah’ın inayeti ile Müslümanların bu harbi de kazanacakları anlaşılıyor.

Cemal Madanoğlu'nun İlginç Hatırası!

Burada “General Madanoğlu’nun 09.11.1982 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 8’inci sayfasında neşredilmiş anılarının şu bölümünden bahsetmemiz gerekiyor: Dört kuvvet hareket dairesi başkanı ki, onlardan biri olan o zamanki Kurmay Albay Cemal Madanoğlu ile Kurmay 2’nci başkanı Faruk Güller Paşa’nın da bulunduğu gizli bir toplantıda söz alan o zamanın dış işleri bakanı F. Rüştü Zorlu şöyle konuşuyor: Herhangi bir saldırıya karşı kendini savunma evresinde Türkiye’ye; NATO karadan, denizden, havadan hiçbir yardım yapamayacaktır, çünkü lojistik destek olanaklara bağlıdır. NATO orduları karşı saldırı gücüne erişinceye kadar, Türk ordusu tek başına kalacak, kendisini düşmana kaptırmayacak, oyalama savaşları yaparak doğudan ve batıdan gelen baskılar karşısında İskenderun Körfezi’ne doğru çekilmek zorunda bırakılacaktır. Bu körfezi çevreleyen dağlarda savunmaya geçerek, NATO güçlerinin körfezden yapacakları çıkarmayı güvenceye alacaktır.”

“Bu sözleri duyunca apışıp kalmıştık” diyor Cemal Madanoğlu. Toroslara kadar çekildikten sonra NATO’ya neden girdik? Evet bu plan Ramuz-el Ehadis 298.1’deki şu hadisin haberine ne kadar uygun düşüyor. “Batı tarafından gelen bir fitne, doğu tarafından gelen bir fitne ile karşılaşınca Şam’ın (Suriye coğrafyasının)etrafında (Türkiye’nin tarafında) toplanın” (Hz. İbn-i Abbas RA)

Buna göre: Çin-Rusya-İran ve İsrail “doğudan gelenler”; ABD-AB (NATO) birlikleri ise “Batıdan gelenler” sayılırsa, Türkiye’nin iki fitne ateşi arasında kalacağı anlaşılmaktadır. Şimdi 55 sene sonraki bir olayı Menderes’in Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun bu kadar net ve kesin olarak bilip aktarması, O’nun bir kehanet veya kerameti sayılmayacağına göre, herhalde NATO gizli toplantılarında ve Siyonist-Kabbalist öğretiler doğrultusunda anlatılan bilgilere ve projelere dayanmaktadır.

Fatin Rüşdü Zorlu'nun dedesi Rus İbrahim Paşa Osmanlı'ya sığınınca Yusufelili Zor Derebeyi Ali Paşa'nın kızıyla evlendirilmiştir. Zorlu soy ismi de kaynağı buradan gelmektedir. İstanbul’da doğdu. Demokrat Parti (DP) iktidarı (1950-1960) döneminde Başbakan Yardımcılığı, Devlet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yaptı. Galatasaray Lisesi’ni, Paris Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’ni ve Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1933 yılında Atatürk'ün de hazır bulunduğu nikâhla dönemin Dışişleri Bakanı Sabataist Tevfik Rüştü Aras'ın kızı Emel Hanım'la evlendi. 1936 Montrö konferansına katıldı. Paris ve Kuybişef maslahatgüzarlığı, merkez şifre müdürlüğü yaptı. 1932’den başlayarak Dışişleri Bakanlığı’na bağlı çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1951’de Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri oldu. 1952’de Büyükelçiliğe yükselerek Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nda (NATO) Türkiye daimi temsilciliğine getirildi. 1959 yılında Adnan Menderes'le beraber, Siyonist Yahudi önderlerinin Bilderberg toplantısına katıldı. 1957 yılında Kıbrıs Türkleri'ni EOKA terörüne karşı korumak için Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulmasını sağladı. Dışişlerinde güttüğü politika NATO’ya bağlılığa dayanmakla birlikte, Türkiye'nin ekonomik büyümesi için Amerika’dan azami miktarda mali kaynak sağlamaya çalıştı. 1974'de Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde ve özellikle Erbakan Hoca’nın dirayet ve cesaretiyle TSK tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Harekâtı'nın hukuki dayanağı, Fatin Rüştü Zorlu'nun 11.02.1959’da İsviçre’de Yunanistan ve İngiltere ile birlikte imzaladığı Zürih Antlaşması'ndaki Garantörlük hükmüne dayanmaktaydı. Çünkü sabataistler İsrail’in güvenliği açısından Kıbrıs’ın Yunanistan’dan ziyade, Mason ve dönmelerin etkin oldukları Türkiye’nin güdümünde kalmasından yanaydı. İdamı 1960 yılında 27 Mayıs Darbesi'nden sonra diğer hükümet üyeleri ve DP yöneticileriyle birlikte tutuklanarak, yeni oluşturulan "Yüksek Adalet Divanı" tarafından Yassı ada’da yargılandı. Bu mahkeme Menderesle birlikte Fatin Rüştü Zorlu'yu da idam cezasına çarptırdı.

Prof. Yalçın Küçük kitap ve yazılarında ve yine Soner Yalçın, Efendi - Beyaz Türklerin Büyük Sırrı,[4] kitabında evliyazadelerin İzmir’in seçkin (Yahudi dönmesi sabataist) ailelerinden olduklarını ve bunların soyağacını aktarmaktadır. Evliyazadelerin soyağacı Atatürk’e yönelik İzmir suikastına karışıp asılan ittihatçı Dr. Nazım, Fatih Rüştü Zorlu ve Adnan Menderes’e kadar uzanmaktadır.

Dolar Üzerindeki Piramidin Her bir Basamağının Farklı Anlamı!

Bu piramidin en altındaki birinci basamak “HUMANİSMUS” yani bütün insanlığı kapsayan bir ifadedir. Böylece bu piramit siyonizmin bütün insanlığı, yani yeryüzündeki 7 milyar insanı nasıl kontrol ettiğini belirtmektedir. Bu piramitte de görüldüğü gibi siyonizmin dünya hakimiyetini gerçekleştirmek ve 7 milyar insanı kontrol edip yönlendirmek için kurulan sistem, gizlilik ve itaat esasına göre düzenlenmiştir. En tepedeki yöneticilerin arzularının yerine getirilmesi şeytani plan ve programlarının uygulanabilmesi için bütün dünyaya yayılmış öyle bir piramit sistemi gerekmiştir. Bu piramitte en alttaki insanlığın üstündeki kademeler üç grupta toplanabilir.

1- Halkın içine giren ve yukarının emirlerini uygulayan kesimler: bunlar üç kademe halindedir:

a- ROTARY, LION, DINER, PROPELLER, YMCA

b- MAVİ LOCALAR

c- ÖNLÜKSÜZ MASONLAR

2- Ucu gözüken, ama büyük bir kısmı gizlenen örgütler bunlar 5 kademedir:

a- B’NAI B’RITH ve BILDERBERG TEŞKİLATLARI: Bu kademe ara koordinasyon kademesi olup Siyonist gizli dünya devletinin görünen en yüksek yönetim birimidir.

b- BÜYÜK ŞARK LOCASI: (Fransız Mason Locası Teşkilatları

c- KOMÜNİZM: (Rusya Mason Locası)

d- İSKOÇ LOCASI TEŞKİLATI: 1-33° (İngiliz Mason Locası)

e- YORK LOCASI TEŞKİLATI: (Alman Mason Locası)

Bunlara bağlı:

BM: (Birleşmiş Milletler): Siyonizm’in hedefleri doğrultusunda dünya dengelerini belirleme ve yönlendirme teşkilatı.

NATO: Siyonist güdümlü haçlı askeri ittifakı.

CFR: Yahudi Lobilerinin kontrolündeki ABD Dış İlişkiler Konseyi.

AİPAC: Amerikan-İsrail stratejik ittifakı ve halkla ilişkiler komitesi.

ADL: Yahudi aleyhtarlığını önleme ve Siyonizm’e hizmetçi-işbirlikçi siyasi liderler ve kanaat önderleri yetiştirme merkezi. (Recep T. Erdoğan’a özel madalya vermiştir. Fetullah Gülen’i destekleyip, kitaplarını neşretmiştir)

3- Hiç görünmeyen gizli mahfiller: Bunlar da dört kademedir:

a- RT: (En üst gizli merkez: İç kabalist Yahudi kâhinden müteşekkil en üst komuta konseyi)

b- 13’LER MECLİSİ

c- 33’LER MECLİSİ

d- 300’LER KLUBÜ (SAN HEDRİN) (en üst yönetim meclisi)

En alttaki insanlık ile beraber bu kademeler 13 kademeyi oluşturmaktadır. 13 rakamı Siyonizm’de, Hıristiyanların aksine uğurlu sayılmaktadır.

TSK, Armegedon Savaşını Kaybetsin Diye mi Yıpratılmaktadır?

10 Şubat 2013 akşamı, SKY-360 TV programına, yaşadığı ve haham yardımcılığı yaptığı Kanada’dan katılan Tuncay Güney büyük bir hırs ve heyecanla:

• Türkiye’de mecburi askerlik kesinlikle kaldırılmalı, profesyonel(paralı) ordu kurulmalıdır!

• PKK ile uzlaşıp Kürtlerin bütün hak ve özgürlükleri tanınmalıdır!

• BM’nin son kararlarına göre, Kürtler müracaat edip “biz PKK ile TSK arasında sıkışıp kaldık, can ve mal güvenliğimizi korumaya alınız” diye başvursa, BM’nin gelip Güneydoğu’yu resmen işgal etme hakkı ve sorumluluğu doğmaktadır.

• Ülkesinden kaçıp buraya gelen gençlerimize “Türkiye bizi, henüz 19-20 yaşındaki ana kuzuları iken zorla askere alıp, isteksiz ve eğitimsiz şekilde cepheye yollamaktadır” dedikleri anda, Kanada hükümeti hemen bunlara iltica hakkı tanımaktadır!” gibi hezeyanlar savurarak ve tabi Siyonist Lobilerin bir kuklası olarak “TSK’nın yıpratılması ve yozlaştırılması” gerektiğini haykırmaktaydı. Çünkü Armegedon Savaşına hazırlananların, herhalde TSK’yı zayıflatması, korumasız ve kumandasız bırakması lazımdı!

Tuncay Güney denen sapık çocuk; devletin ve MİT’in yapamadığını, nasıl başarıyordu?

Kendi itiraf ve ifadeleriyle:

• Göçmen bir aileden, Sabataist (Yahudi asıllı) oluyormuş..

• Jitem’den PKK’ya; Ergenekon’dan Pentegon’a her şeyi biliyormuş.

• ABD vizesiyle, CIA adına çalışıyormuş.

• İsmailağa tarikatına sızıp dervişlik taslıyormuş.

• Sonra Fetullahçılara katılıp yükseliyormuş.

• Samanyolu TV’de program hazırlıyor, Çiller ve Ecevit’i bile konuk ediyormuş.

• Em. Gn. Veli Küçük’le 100 sefer (Veli beyin ifadesiyle 26 sefer) görüştüğünü söylüyormuş.

• Sık sık Kuzey Irak’a gidip Talabani ve Barzani ile buluşuyormuş.

• Bekaa’ya gidip A. Öcalan’la görüşüyor; Doğu Perinçek fotoğraflarını getirip MİT’e veriyormuş.

• Büyük Birlik Partisinin kurulması için Fetullah Gülen’in verdiği parayı getirip bizzat alıp Muhsin Yazıcıoğlu’na teslim ediyormuş.

• Ve şu anda Kanada Toronto’da bir sinagogda haham yardımcılığı yapıyormuş. Bu arada dost ve yoldaşlarının sapık arzularını da karşılıyormuş..!?

• Ergenekoncular, önce Adnan Menderes, Turgut Özal gibi, Şimdi de Recep Tayip Erdoğan’ın ortadan kaldırılmasını ve böylece Türkiye’nin önünün açılmasını istiyormuş. Ancak şuan pasif duran Ergenekon’un bir numarası buna engel oluyormuş..

• MİT tamamen Fetullahçıların güdümüne girmiş bulunuyormuş…

• Kanada’dan Türkiye’ye gelse, kesinlikle öldürüleceğini biliyormuş…

Şimdi sormak lazımdı:

1- Ülkemiz, bölgemiz ve dünya çapında bu denli etkili ve tehlikeli görevleri: 1972 Çorum-Kargı ilçesi doğumlu bir çocuk kotarırken, bizim MİT’imiz, Emniyetimiz, Askeri İstihbarat birimlerimiz ne yapıyordu?

2- Veya şöyle soralım: Türkiye’yi kimler yönetip yönlendiriyordu? Demokrasi dedikleri şey dış güdümün kılıfı mı yapılıyordu?

3- Bu “ağzı delik sır küpü!” Tuncay Güney Yahudisi, Ergenekon’la ilgili her şeyi deşifre ediyor da, şu 1 numarayı niye hala gizliyordu?. Tuncay Güney’in bildiğini, bunca boşkovan AKP’li yetkililer nasıl bilmiyordu? Bunların hepsi aval mı oluyordu?

4- Ergenekon oluşumunu çökertmekle övünen şu AKP’li kahraman çete avcıları ve bağımsız yargımızın korkusuz savcıları, şu 1 numarayı öğrenmek ve üzerine gidip örgütü temelinden çözmek için niye hiçbir gayret göstermiyor, hatta merak bile etmiyordu?. Yoksa şu rezil Tuncay Güney’in her sözünü delil sayan yetkililer bu kadar derine inmeye ve çıbanları kökünden deşmeye gerek görmüyor muydu?.

5- Ergenekon’a yöneltilen “iktidara karşı darbe hazırlığı” iddialarının dayanağı sayılan günlüklerin yazarı ve bu belgelerin asıl kaynağı olan Paşaların ve maşaların arkasındaki ABD Yahudi Lobileri niye hala gündeme bile getirilmiyordu?

6- Tuncay Güney’in Fetullah Gülen yapılanması ve Sancak Holdingin sahibi olan işadamı ile ilgili sözleri, emniyette niye çıkarılıyor ve savcılığa yollanmıyordu?

7- Eğridir Dağ Komando eğitim alanında hatıra olarak boş kovan almak isteyen devlet bakanı Cemil Çiçek’e dönemin Sn. G.K. Başkanı “aman ha, bu boş kovanlar yüzünden sizi de Ergenekon’la irtibatlandırıp içeri almasınlar!?” şeklindeki esprisiyle acaba Ergenekon davasındaki tutuklama ve suçlamaların ne denli tutarsız ve dayanaksız olduğunu imaya mı çalışıyordu?

Yoksa…!?

a- Tuncay Güney denen sapık çocuk, CIA ve MOSSAD tarafından yıllarca ve horca kullanılıp şimdi saf dışı etmeye karar verdikleri Ergenekon piyonlarını deşifre etmek üzere mi, bir gözlemci olarak bu gizli ve kirli ilişkilere sokulup şahit yapılmıştı?.

b- Ergenekon’un 1 numarası olan kişiye, hala yaptıracakları bir çok hıyanet ve cinayetler mi vardı ki, onu hala gizli tutmakta ve bunu bir şantaj unsuru olarak kullanmaktalardı?.

c-  Her sözü muteber ve geçerli bir belge olarak kabul edilip iddiaya mesnet yapılan Tuncay Güney Yahudisinin: “AKP’yi kapatmama karşılığı, Ergenekon sanıkları, birkaç kişi dışında, serbest bırakılacak!” ifadeleri niye değerlendirmeye alınmamıştı?.

d- Yıllar önce “Bunların CIA-MOSSAD, GLADYO bağlantılarına, Siyonist ve emperyalist patronlarına selam durup, Susurluk gibi kukla ve kuyruk piyonlarıyla uğraşıp kahramanlık taslamanın ve halkı avutup aldatmanın sonu fasa fisodur” diyen Erbakan Hoca’ya saldırıp salya akıtanların çoğu, bugün aynı şeyleri Ergenekon davasıyla ilgili yazıp konuşmaktaydı. Peki Erbakan’dan hiç özür dilemeleri gerektiğini düşünmüyorlar mıydı?.

e- Tuncay Güney’in: “MİT ve Emniyet Fetullahçıların güdümüne girmiştir.” “Tayip Erdoğan’ın kazanması Ergenekoncuları tedirgin edip telaşa sevk etmiştir” şeklindeki sözleri, yoksa Siyonist merkezlerin, toplumu AKP’ye yönlendirmek, Fetullah’ı çok güçlü ve etkili gösterip herkesi onlara mahkum ve mecbur hale getirmek üzere, bir psikolojik palavra ve propaganda mıydı?.

Ergenekon sanıkları birbirlerini dahi tanımıyor ve takmıyordu!

Ergenekon terör örgütü davasının 16'ncı duruşmasına sanıkların birbirleri hakkında hakaret içeren sözleri damgasını vurmuştu. Savunmasını yapan Gazi Güder, sanık Ayşe Asuman Özdemir'in 'agresif ve konuları saptırarak yanlış bilgiler aktaran bir kişi' olduğunu söylüyordu. Halil Behiç Gürcihan ise sanıklardan Ümit Sayın ve Özdemir'i iftiracı olarak suçluyordu. Danıştay saldırısından sonra Muzaffer Tekin'le röportaj yapıp bunu sitesinde yayınlamasını isteyen Mehmet Zekeriya Öztürk'le kavgalı bir şekilde arkadaşlığını bitirdiğini anlatan Behiç Gürcihan, SESAR Başkanı İsmail Yıldız'ı da eleştiren yazılar yazdığını hatırlatarak savunmasında, örgütün darbeden medet uman yapısı ile tamamen zıt görüşlere sahip olduğunu belirtiyordu.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Gazi Güder'e, Ayşe Asuman Özdemir'in kendisine gönderdiği elektronik postaları niçin Kuddusi Okkır'a yönlendirdiğini ve yine Özdemir'in gönderdiği Atabeyler davası sanığı Murat Yüzbaşı ile ilgili e-postayı da Okkır'a ilettiğini hatırlatan Pekgüzel, "Murat Yüzbaşıyı tanıyor musunuz? Asuman Hanım'ın gönderdiği elektronik postaları Okkır'a gönderme huyunuz var mı?" sorularını yöneltiyordu. Güder, bu iletileri öylesine 'forward' ettiği yanıtını veriyordu. Savcı Nihat Taşkın ise Özdemir tarafından gönderilen, Danıştay olayından sonra Muzaffer Tekin ile Zekeriya Öztürk'ün arasının açıldığı yönündeki bilgilerin yer aldığı e-postayı sormuştu. Gazi Güder, bunun da dedikodu mahiyetinde olduğunu savunmuştu.

Gazi Güder'in, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan'ın cinsel hayatına ilişkin mailleri bazı sanıklara gönderdiği de anlaşılıyordu. Savcı Pekgüzel, "Bu mailleri neden Okkır'a gönderdiniz?" diye sorunca "Maili Özdemir'e gönderdim. Herhangi bir amacım yoktu. Pek çok maili okumam." diyordu.[5]

Şimdi, birbirinden bu denli kopuk, birbirine bu denli soğuk ve her biri kendi başına buyruk bu insanlar mı “Organizeli Terör Örgütü” üyeleriydi? Bunlar mı hükümeti ve mevcut anayasal düzeni zorla ve silahla değiştireceklerdi?

Ergenekon ekibinden bazılarını NATO ve GLADYO’nun hazırladığı, CIA ve MOSSAD’ın kullandığı kesindi. Bunlara bir takım cinayet ve melanetlerin işlettirildiği de belliydi… Ama AKP ve benzeri iktidarları da, ılımlı İslamcıları da PKK yı da, Hizbullahı da yine aynı şeytani merkezlerin desteklediğini de artık herkes bilmekteydi.!?

Tuncay Güney’in parlatılması:

Ergenekon tertibi 1998 yılında başlatılıyordu. Tuncay Güney, Eymür ile Fehmi Koru'nun tehdit ve vaadiyle 2000 Temmuz'unda ABD'ye gidiyordu. Dönüşte, Emniyet İstihbaratı teknik takip başlatıyor, 2001 Mart'ında Kıvrıkoğlu Genelkurmay Başkanı iken ismini hangi kuvvet komutanının fezlekeye geçirttiğinin hatırlanması gerekiyordu. Evet Tuncay Güney Ergenekon tertibini resmileştirmek için kendisine öğretilenleri söylüyordu! M. Ali Birand'ın 32. Gün programında haham kılığıyla ve bilgiçlik havasıyla çıkarılıyor ve tabi verilen rolü sahneliyordu. Bütün bu ifadelerin düzmece olduğunu Tuncay Güney de itiraf ediyor ve yedi yıl sonra Saygı Öztürk'e aynen şöyle söylüyordu:

"Ben Kuzey Irak'a silah götürülmesi konusunu anlatmadım. Zorla bazı konular bana empoze edildi. (...) Ne söylememi istedilerse kameraya söyledim. (...) Bilmediğim konuları da yazıp bana imzalattılar."

Tuncay Güney'in Mülakatı'na eklendiğini söylediği, TSK'nin Kuzey Irak'a silah kaçırdığı suçlaması, o günlerde CIA tarafından piyasaya sürülüyordu. Anlayacağınız Tuncay Güney Gladyo’nun basit bir “haber elemanı” olarak kullanılıyordu!

Peki Gladyo ne oluyordu?

1- Gladyo, ABD'nin NATO’ya bağlı ülkelerini denetleme ve yönlendirme örgütüdür; Mafya-Masonluk, kiralık STK’lar ve din istismarcıları sisteminin küresel yapılanmasıdır.

2- Gladyo'nun siyonist patronları: NATO ülkelerinin devlet aygıtları içinde, kendilerine bağlı kumanda merkezleri oluşturmuşlardır.

3- Gladyo, yasadışıdır. Daha doğrusu NATO'nun yeraltı aygıtının Gizli Hukuku'na göre çalışır; ancak Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre yasadışıdır.

4- Gladyo, basit bir operasyon merkezi değil, ülkenin ekonomisinden güvenliğine, eğitim ve kültüründen dış siyasetine kadar yön veren gizli ve kirli odaklardır.

5- Gladyo, aynı zamanda NATO üyesi ülkelerin ordularını denetleme ve hizaya getirme, gerektiğinde başka ülkelerin üzerine sürme aracıdır.

6- Gladyo, hükümetin çekirdeğinden, MİT içindeki CIA-MOSSAD kliğinden, güvenlik kuvvetleri içindeki ABD güdümlü bazı üst düzey görevlilerden, ülke ekonomisini elinde tutan holding yöneticilerinden, sistemin tepelerindeki mafya, tarikat ve cemaat liderlerinden ve bazı etkin medya sahiplerinden oluşmaktadır. Gladyo'nun bu kadrosu gizli tutulmakta ve yürütülen işin gereklerine göre, kilit konumlardaki kimseler mekanizmaya alınmaktadır.

7- Gladyo'ya karşı, ancak iktidar imkânlarıyla mücadele yapılır. Çünkü Gladyo, basit bir mafya kuruluşu veya çete oluşumu değil, kökü dışarıda bir gizli iktidar yapılanmasıdır. O nedenle Gladyo'ya karşı başarı, Gladyo iktidarına son vererek kazanılır. Bu da, dünya çapında bir inkılâba bağlıdır. Çünkü Gladyo'ya karşı mücadele, Atlantik Sistemine ve Siyonist dünya düzenine karşı mücadele anlamı taşır. Gladyo'nun kökünü kazımak için, ABD ve NATO'ya olan bağımlılıktan kurtulmak şarttır. Ancak bunun çaresi, Batılı (kapitalist) gâvurlardan kurtulup, Doğulu (kominist) gâvurlara sığınmak değil; Milli haysiyetli ve kendi değerlerimizden besili, yeni ve adil bir düzene öncülük yapmaktır.


KAYNAK:

[1] Ramuz el Ehadis 258/3

[2] Ramuz-el Ehadis.258.3

[3] Ahir Zaman Mehdisi Alametleri:8.6

[4] Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2007, s.368

[5] Zaman /21-11-2008
...