Kur'an'da Akıl ve Akletme (Akletmeyen Akıl İçin Kurandan Cevaplar)
İnsanın Algı Merkezleri
Kur'an'da sürekli birlikte anılan üç algı merkezi vardır: Kalp-fuad, ayn-basiret ve semi
Fuad/gönül
Fuad/gönül kalbin derinliklerinde bulunan bir merkezdir, Fuad/gönül kalbin daha inceltilmiş noktasına yerleştirilmiştir. İmanı kemal derecesine ulaşan peygamberlerde, öncü müminlerde, canlarını Allah'ın rızasına ulaşmak için O'nun yolunda feda edecek kadar duyarlılık sahibi olan şehidlerde bu duyumsama merkezi en güzel şekilde çalışırken, bazı insanlarda körelmiştir. Fuad, Kur'an'da şu anlamlarda kullanılmıştır:
hassas duyguların merkezi
Bir annenin oğlunun can güvenliği söz konusu olduğunda hissettiklerini anlatabilmek için kalp yetersizdir; bunun fuadla anlatılması gerekir. Mesela Musa Peygamberin yeni doğduğu sırada annesinin hissettikleri, fuadda yer bulmuştur. (Kasas, 28/10)
duyumsama düşünme yeteneğinin merkezi
Fuad, Allah'ın insana verdiği ruhun işlevlerini yerine getiren bir organdır. Duyumsama-düşünme yeteneğinin merkezi anlamında kullanıldığı ayetlerde fuad, tüm insanlarda bulunan işitme, görme yetenekleriyle birlikte anılmıştır.Nahl, 1 6/78
bilgiyi değerlendirme merkezi
Gönül, insanın amaç ve ideallerinin yerleştiği, eylemlerine yön veren bir merkezdir. Kafirlerin ahiretteki halleri anlatılırken amaçsız, gayesiz, ne yapacağını bilemez bir vaziyette koşuşturmaları, "gönülleri bomboş" deyimiyle beyan edilmiştir.İbrahim, 14/43.
sevginin merkezi
Gönül, sevginin merkezi olarak da işlev görür; İbrahim (a) çocukları için yaptığı duada, "İnsanların gönüllerinin onlara meyletmesin?" istemiştir.İbrahim, 14/37,
Basar: Manevi Görme Duyusu
manevi mesajlarını incelikleriyle derinlemesine kavrayabilmek için, En'am, 6/50
Sem'/İşitme Duyusu Görme, işitme ve bunların elde ettiği bilgileri değerlendirme hakikatin ortaya çıkması için gereken ilk işlerdendir
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır, dehşet verici bir azap beklemektedir onları." (Bakara, 2/7)
Düşüncenin Boyutları
a) Taakkul
Taakkul, akıl nimetini kullanmaktır. "Aklınızı kullan(mayı öğren)meniz için Allah size mesajlarını böyle açıklıyor." (Bakara, 2/242), (Ayrıca bkz. Al-i İmran, 3/65)
b) Tefekkuh khetmek; bir konu hakkında derin ve sağlam bilgi elde etmektir. Tevbe Sûresi'nde tefekkuh; "Kötülüğe karşı bilinç hazırlığı yapmaya yarayacak derecede, derinlemesine ve sağlam temelli bilgi elde etmek" anlamında geçmektedir (Tevbe, 9/122).15
c) c) Tezekkür Tezekkür, gerçekleri bütün boyutlarıyla birlikte hatırlamak, "Yücelerden İndirdiğimiz, açık ve kesin hükümlerle va'z ettiğimiz bir suredir bu, bu (sure)de (de) apaçık mesajlar indirdik ki, belki ders alır da akılda tutarsınız" (Nur, 24/1)
d) d) Tedebbür DİKKATLİCE "Allah'ın kelamını özümsemek, bütün boyutlarıyla, hikmetleriyle birlikte anlamak Düşünmek ilim ve ihtimamla birlikte olmalıdır (Nisa, 4/82; Yunus, 10/3).
e) e) Tefekkür efekkür de kalbin düşünmekle ilgili eylemidir. Kafirler tefekkürden yoksun oldukları için anlamaktan, dolayısıyla imandan yoksun kalan zavallı insanlardır (A'raf, 7/179; Enfal, 8/65; Ra'd, 13/3).
AKIL KÖKÜNDEN İFADE EDİLEN AYETLER
1) Efela ta’kilûn (Hâlâ akletmeyecek misiniz?): Kur’an’da 13 ayrı ayette bu soru ifadesi aynen geçmektedir
2) La ya’kilûn (Akletmiyorlar): Bu ifade Kur’an’da 11 ayette geçmektedir. Furkan 25/44 İkinci ifade, yani “ya’kilûn” ifadesi, resulü alaya alıp küçümseyen “tanrılarına sımsıkı sarılmakta direnen”], hevalarını ilah edinen] müşrikler için inmiştir. Hevaları ve tanrılarına olan bağlılıkları kalplerini çepeçevre kuşatmış bu müşriklerin mesaja kulak vermesi ve akletmesi mümkün değildir. Hayvan sürülerinden bile beterdirler
3) Le’allekum ta’kilûn (Umulur ki akıl erdirirsiniz): Bu ifade Kur’an’da sekiz ayette geçmektedir.[
Allah 6/151, 2/240-242 ve 24/61 ayetlerinde kadınlara davranış biçimine, mirasa, sosyal ilişkilerdeki davranış hükümlerine, yasak ve farzlara ilişkin bir dizi emir ve tavsiyelerde bulunduktan sonra, ayetlerin sonunda tüm bunların verilmesinde insanların akletmesi amacının güdüldüğünü açıkça ifade etmektedir. Yani Allah hükümleri verip insan aklını tatile göndermeyi değil, bu hüküm örnekleri aracılığıyla aklın önünü açmayı hedeflemektedir
4) Li kavmi ye’kilûn (Akleden kavim/topluluk için): Bu ifade Kur’an’da sekiz ayette geçmektedir[
Allah bu ifade ile “eğer ayetlerden faydalanmak istiyorsanız akıl yoluna dönmelisiniz, çünkü ayetler ancak aklını kullanan bir topluluğa fayda verir”
5) Lehum kulûbun ya’kilûne bihâ (Onunla akledecekleri bir kalbe sahip olsalar): İfade bir ayette geçmektedir. Ayet mealen şöyledir: “Yeryüzünü gezip dolaşmıyorlar mı? Bu sayede onunla akledecekleri bir kalbe ya da işitecekleri bir kulağa sahip olurlardı. Ne var ki, asıl kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.” Hacc 22/46
İlk başta iman edebilmek için nasıl akletmek gerekiyorsa, iyi bir sona nail olabilmek için de akletmeyi terk etmemek olmazsa olmazlardandır. Yoksa önce akledip sonra da anladıkları kitabı tahrif etmeye kalkışan Yahudilere dönmemek mümkün değildir. Çünkü akletmek anlamayı hayata taşımayı gerektirmektedir.
Bizi atıl hale getiren, beyinlerimizi ve ruhumuzu dumura uğratan, seçme, üretme ve sahih eylemler ortaya koyma gücümüzü elimizden alan "akletme karşıtlığı"nı bertaraf ederek yeniden Allah'ın üzerinde yarattığı fıtrata ve Kur'an'ın bizi ısrarla çağırdığı akletme eylemine dönmemiz kaçınılmaz bir görevdir.
Akletme eylemi ancak son vahiy olan Kur'an'ın yol göstericiliğinde mütekamil bir hale gelebilir. O halde diğer verilerle birlikte (tabiat) Kur'ani verilere yönelmek ve öncelikle onlar üzerinde aklederek vakıayla ilişkisini kurmak gerekmektedir. Ancak İslam toplumlarında yaygın bir biçimde; akletmek, Kur'an üzerinde düşünmek ve onu fıkıh etmek çabalarını engelleyici bir zihniyet ve bu zihniyeti besleyen tarihsel bir miras söz konusudur.
Bir taraftan tasavvufi cereyan, diğer taraftan İşraki felsefenin İslam dünyasında yer kazanarak entellektüel ve halk kesiminde etkili hale gelmesi zihinlerin akla ve aklederek Kur'an'a yönelme ameliyesini engelleyici önemli unsurlardan biri olmuştur. İlk dönemlerde görülebilen aklın önemi ve aklederek dini öğrenmenin gerekliliği üzerine yapılan vurgular bu cereyanlar tarafından sonraki yüzyıllarda gölgede bırakılmıştır. Re'y (akli çaba) ile Kur'an'ı anlama ve yorumlamaya çalışmanın haram olduğunu bildiren rivayetler de bu olumsuz durumun pekiştiricileri arasındadır. Muhammed Gazzali'nin de belirttiği gibi, bu yasaklama bir tür korku ve engel oluşturarak Kur'an ayetleri üzerinde düşünmeyi engellemiş; ayrıca çağın problemlerini Kur'an açısından ele alarak Kur'an'ın ebediliğini güçlendirecek yeni boyutlar elde etme çabalarına engel olmuştur. Bundan dolayı bazıları rivayet tefsirinde kalmaya özen göstermiş, akla düşünme fırsatı vermemişlerdir.
Kur'an'ın genel anlamda bizi ne tür ve hangi alanlarda akletmeye sevkettiği, bunu nasıl üzerimize zorunlu bir eylem olarak farz kıldığı konusuna yer vermek istiyoruz. Bunu yaparken meseleyi iki ana başlık etrafında ele alacağız.
Birincisi, "sözün en güzelini seçmede akletme",
diğeri ise, "hidayete ermede akletme" olacaktır.
a- Sözün İçeriğinin Çelişmez Olması:
"Çelişmezlik İlkesi" aklın en temel ilkeleri arasındadır. Doğru düşünebilmek, bir düşüncenin doğru veya yanlış olduğunu tayin ve tesbit edebilmek, Allah'ın yaratılışta insan aklı için koymuş olduğu böyle bir prensipten kalkarak gerçekleştirilebilir.
Bu temel evrensel ilkeden hareketle Allah Teala, hakikatin ilkesi olan Kur'an-ı Kerim'e bu gözle bakılmasını istemekte, Kur'an'daki çelişmezliğe işarette bulunmakta ve hatta meydan okumaktadır: "Hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (4/82)
Görüldüğü üzere Kur'an kendisi üzerinde düşünülmesini istemekte, düşünürken de hangi noktada odaklaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Allah Teala, bu ayette de görüldüğü gibi, kendi sözünde bir çelişme ve tutarsızlığın olmadığını/olamayacağını ifade ederek böyle bir durumun da ancak ilahi olan bir sözde tecelli edebileceğini göstermektedir.
b- Sözün Yararlı Sonuç Vermesi:
Kur'an'ın "söz"ün en güzel ve doğrusunu tesbit etmede düşüncemize temel almamızı istediği noktalardan bir diğeri de, sözün sürekli olarak pratikte güzel ve yararlı sonuçlar vermesidir. Bir düşünce, bir görüş ne kadar parlak sözlerle ifade edilirse edilsin, sonuçta iyiye, güzele ve yararlıya yol açmıyorsa, o söz gerçekte en güzel söz olma vasfını yitirecektir. Kur'an-ı Kerim'de bu durum çarpıcı bir misalle verilmektedir: "Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan (kötü) bir ağaca benzer." (14/24-26)
Bu ayette Allah Teala, güzel sözü güzel ağaca benzetmiştir. Çünkü güzel sözün meyvesi güzel amel, güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir. O halde bir düşüncenin, bir dünya görüşü veya dinin güzel olup olmadığını anlamak onun meyvesi ile yakından alakalı bir durumdur. İnsanlara yararlı olacak bir meyveden uzak olan bir ağacın, güzel bir ağaç olması düşünülemez.
c-Sözün Vakıa ile Uyum İçerisinde Olması:
Bir dinin, bir düşüncenin veya bir görüşün "en güzel" olduğunu tesbit etmede Kur'an'ın göstermiş olduğu ve akletmemizi istediği bir diğer açılım da o din ya da düşüncenin vakıayla ters düşmemesidir. Vakıa tarihi, fiziki, sosyal vb. alanları kapsayabilir. Kur'an-ı Kerim kendisinin "en güzel söz" olduğunu ortaya koyarken ve bu konuda karşıtlarına meydan okurken temel isbatını sözün kendi içerisindeki çelişkisizliğine dayandırmaktadır. Bu sadece Kur'an için geçerli olan bir durum değildir. En güzel söz olduğunu iddia eden her ideoloji, kendi öğretisinin tümünün amprik alanda isbat edilebileceğini söylememekte, aslolanın düşüncenin kendi içerisindeki tutarlılığının ve çelişmezliğinin olduğunu ifade etmektedir.
Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim'e göz attığımızda, kendi söylediklerini salt söyleme ile bırakmadığını görebiliriz. Mümkün olduğu kadarıyla ortaya koyduğu hakikatlerin gerek tarihi, gerek fiziki ve sosyal alanla irtibatını kurmaya çalışır ve belirli paralellikler gösterir. Dahası böyle bir karşılaştırmanın yolunu açar ve teşvik eder. Oysa mesela muharref bir din olan Hıristiyanlık'ın teologları böyle bir "kontrol"e teşvik etmek bir yana, vakıayla olan çelişkilerin felsefesini yapmaktadırlar.
Kur'an sözün vakıayla uyumunu ölçü almakta ve bunu pek-çok yerde ortaya koymaktadır. Mesela o, karşıtlarının sözlerinin değersizliğini ortaya koymada tarihsel vakıayla çelişmeyi göstererek onların ileri sürdüğü görüşleri reddetme yoluna gitmektedir: "Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç akletmez misiniz?" (3/65)Bir ayet sonra da şu ifadeye yer verilmektedir: "İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi. Müşriklerden de değildi." (3/67)
Bir başka yerde de Kur'an'ın Hz. Peygamber'in peygamberliğinden kuşku duyulamayacağını sosyal vakıaya olan uygunlukla açıkladığını görmekteyiz: "Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı." (29/48)
kaynak:http://www.haksozhaber.net/kuranda-akil-ve-akletme-sorumlulugumuz-36945h.htm
Kur'an'da sürekli birlikte anılan üç algı merkezi vardır: Kalp-fuad, ayn-basiret ve semi
Fuad/gönül
Fuad/gönül kalbin derinliklerinde bulunan bir merkezdir, Fuad/gönül kalbin daha inceltilmiş noktasına yerleştirilmiştir. İmanı kemal derecesine ulaşan peygamberlerde, öncü müminlerde, canlarını Allah'ın rızasına ulaşmak için O'nun yolunda feda edecek kadar duyarlılık sahibi olan şehidlerde bu duyumsama merkezi en güzel şekilde çalışırken, bazı insanlarda körelmiştir. Fuad, Kur'an'da şu anlamlarda kullanılmıştır:
hassas duyguların merkezi
Bir annenin oğlunun can güvenliği söz konusu olduğunda hissettiklerini anlatabilmek için kalp yetersizdir; bunun fuadla anlatılması gerekir. Mesela Musa Peygamberin yeni doğduğu sırada annesinin hissettikleri, fuadda yer bulmuştur. (Kasas, 28/10)
duyumsama düşünme yeteneğinin merkezi
Fuad, Allah'ın insana verdiği ruhun işlevlerini yerine getiren bir organdır. Duyumsama-düşünme yeteneğinin merkezi anlamında kullanıldığı ayetlerde fuad, tüm insanlarda bulunan işitme, görme yetenekleriyle birlikte anılmıştır.Nahl, 1 6/78
bilgiyi değerlendirme merkezi
Gönül, insanın amaç ve ideallerinin yerleştiği, eylemlerine yön veren bir merkezdir. Kafirlerin ahiretteki halleri anlatılırken amaçsız, gayesiz, ne yapacağını bilemez bir vaziyette koşuşturmaları, "gönülleri bomboş" deyimiyle beyan edilmiştir.İbrahim, 14/43.
sevginin merkezi
Gönül, sevginin merkezi olarak da işlev görür; İbrahim (a) çocukları için yaptığı duada, "İnsanların gönüllerinin onlara meyletmesin?" istemiştir.İbrahim, 14/37,
Basar: Manevi Görme Duyusu
manevi mesajlarını incelikleriyle derinlemesine kavrayabilmek için, En'am, 6/50
Sem'/İşitme Duyusu Görme, işitme ve bunların elde ettiği bilgileri değerlendirme hakikatin ortaya çıkması için gereken ilk işlerdendir
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır, dehşet verici bir azap beklemektedir onları." (Bakara, 2/7)
Düşüncenin Boyutları
a) Taakkul
Taakkul, akıl nimetini kullanmaktır. "Aklınızı kullan(mayı öğren)meniz için Allah size mesajlarını böyle açıklıyor." (Bakara, 2/242), (Ayrıca bkz. Al-i İmran, 3/65)
b) Tefekkuh khetmek; bir konu hakkında derin ve sağlam bilgi elde etmektir. Tevbe Sûresi'nde tefekkuh; "Kötülüğe karşı bilinç hazırlığı yapmaya yarayacak derecede, derinlemesine ve sağlam temelli bilgi elde etmek" anlamında geçmektedir (Tevbe, 9/122).15
c) c) Tezekkür Tezekkür, gerçekleri bütün boyutlarıyla birlikte hatırlamak, "Yücelerden İndirdiğimiz, açık ve kesin hükümlerle va'z ettiğimiz bir suredir bu, bu (sure)de (de) apaçık mesajlar indirdik ki, belki ders alır da akılda tutarsınız" (Nur, 24/1)
d) d) Tedebbür DİKKATLİCE "Allah'ın kelamını özümsemek, bütün boyutlarıyla, hikmetleriyle birlikte anlamak Düşünmek ilim ve ihtimamla birlikte olmalıdır (Nisa, 4/82; Yunus, 10/3).
e) e) Tefekkür efekkür de kalbin düşünmekle ilgili eylemidir. Kafirler tefekkürden yoksun oldukları için anlamaktan, dolayısıyla imandan yoksun kalan zavallı insanlardır (A'raf, 7/179; Enfal, 8/65; Ra'd, 13/3).
AKIL KÖKÜNDEN İFADE EDİLEN AYETLER
1) Efela ta’kilûn (Hâlâ akletmeyecek misiniz?): Kur’an’da 13 ayrı ayette bu soru ifadesi aynen geçmektedir
2) La ya’kilûn (Akletmiyorlar): Bu ifade Kur’an’da 11 ayette geçmektedir. Furkan 25/44 İkinci ifade, yani “ya’kilûn” ifadesi, resulü alaya alıp küçümseyen “tanrılarına sımsıkı sarılmakta direnen”], hevalarını ilah edinen] müşrikler için inmiştir. Hevaları ve tanrılarına olan bağlılıkları kalplerini çepeçevre kuşatmış bu müşriklerin mesaja kulak vermesi ve akletmesi mümkün değildir. Hayvan sürülerinden bile beterdirler
3) Le’allekum ta’kilûn (Umulur ki akıl erdirirsiniz): Bu ifade Kur’an’da sekiz ayette geçmektedir.[
Allah 6/151, 2/240-242 ve 24/61 ayetlerinde kadınlara davranış biçimine, mirasa, sosyal ilişkilerdeki davranış hükümlerine, yasak ve farzlara ilişkin bir dizi emir ve tavsiyelerde bulunduktan sonra, ayetlerin sonunda tüm bunların verilmesinde insanların akletmesi amacının güdüldüğünü açıkça ifade etmektedir. Yani Allah hükümleri verip insan aklını tatile göndermeyi değil, bu hüküm örnekleri aracılığıyla aklın önünü açmayı hedeflemektedir
4) Li kavmi ye’kilûn (Akleden kavim/topluluk için): Bu ifade Kur’an’da sekiz ayette geçmektedir[
Allah bu ifade ile “eğer ayetlerden faydalanmak istiyorsanız akıl yoluna dönmelisiniz, çünkü ayetler ancak aklını kullanan bir topluluğa fayda verir”
5) Lehum kulûbun ya’kilûne bihâ (Onunla akledecekleri bir kalbe sahip olsalar): İfade bir ayette geçmektedir. Ayet mealen şöyledir: “Yeryüzünü gezip dolaşmıyorlar mı? Bu sayede onunla akledecekleri bir kalbe ya da işitecekleri bir kulağa sahip olurlardı. Ne var ki, asıl kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.” Hacc 22/46
İlk başta iman edebilmek için nasıl akletmek gerekiyorsa, iyi bir sona nail olabilmek için de akletmeyi terk etmemek olmazsa olmazlardandır. Yoksa önce akledip sonra da anladıkları kitabı tahrif etmeye kalkışan Yahudilere dönmemek mümkün değildir. Çünkü akletmek anlamayı hayata taşımayı gerektirmektedir.
Bizi atıl hale getiren, beyinlerimizi ve ruhumuzu dumura uğratan, seçme, üretme ve sahih eylemler ortaya koyma gücümüzü elimizden alan "akletme karşıtlığı"nı bertaraf ederek yeniden Allah'ın üzerinde yarattığı fıtrata ve Kur'an'ın bizi ısrarla çağırdığı akletme eylemine dönmemiz kaçınılmaz bir görevdir.
Akletme eylemi ancak son vahiy olan Kur'an'ın yol göstericiliğinde mütekamil bir hale gelebilir. O halde diğer verilerle birlikte (tabiat) Kur'ani verilere yönelmek ve öncelikle onlar üzerinde aklederek vakıayla ilişkisini kurmak gerekmektedir. Ancak İslam toplumlarında yaygın bir biçimde; akletmek, Kur'an üzerinde düşünmek ve onu fıkıh etmek çabalarını engelleyici bir zihniyet ve bu zihniyeti besleyen tarihsel bir miras söz konusudur.
Bir taraftan tasavvufi cereyan, diğer taraftan İşraki felsefenin İslam dünyasında yer kazanarak entellektüel ve halk kesiminde etkili hale gelmesi zihinlerin akla ve aklederek Kur'an'a yönelme ameliyesini engelleyici önemli unsurlardan biri olmuştur. İlk dönemlerde görülebilen aklın önemi ve aklederek dini öğrenmenin gerekliliği üzerine yapılan vurgular bu cereyanlar tarafından sonraki yüzyıllarda gölgede bırakılmıştır. Re'y (akli çaba) ile Kur'an'ı anlama ve yorumlamaya çalışmanın haram olduğunu bildiren rivayetler de bu olumsuz durumun pekiştiricileri arasındadır. Muhammed Gazzali'nin de belirttiği gibi, bu yasaklama bir tür korku ve engel oluşturarak Kur'an ayetleri üzerinde düşünmeyi engellemiş; ayrıca çağın problemlerini Kur'an açısından ele alarak Kur'an'ın ebediliğini güçlendirecek yeni boyutlar elde etme çabalarına engel olmuştur. Bundan dolayı bazıları rivayet tefsirinde kalmaya özen göstermiş, akla düşünme fırsatı vermemişlerdir.
Kur'an'ın genel anlamda bizi ne tür ve hangi alanlarda akletmeye sevkettiği, bunu nasıl üzerimize zorunlu bir eylem olarak farz kıldığı konusuna yer vermek istiyoruz. Bunu yaparken meseleyi iki ana başlık etrafında ele alacağız.
Birincisi, "sözün en güzelini seçmede akletme",
diğeri ise, "hidayete ermede akletme" olacaktır.
a- Sözün İçeriğinin Çelişmez Olması:
"Çelişmezlik İlkesi" aklın en temel ilkeleri arasındadır. Doğru düşünebilmek, bir düşüncenin doğru veya yanlış olduğunu tayin ve tesbit edebilmek, Allah'ın yaratılışta insan aklı için koymuş olduğu böyle bir prensipten kalkarak gerçekleştirilebilir.
Bu temel evrensel ilkeden hareketle Allah Teala, hakikatin ilkesi olan Kur'an-ı Kerim'e bu gözle bakılmasını istemekte, Kur'an'daki çelişmezliğe işarette bulunmakta ve hatta meydan okumaktadır: "Hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (4/82)
Görüldüğü üzere Kur'an kendisi üzerinde düşünülmesini istemekte, düşünürken de hangi noktada odaklaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Allah Teala, bu ayette de görüldüğü gibi, kendi sözünde bir çelişme ve tutarsızlığın olmadığını/olamayacağını ifade ederek böyle bir durumun da ancak ilahi olan bir sözde tecelli edebileceğini göstermektedir.
b- Sözün Yararlı Sonuç Vermesi:
Kur'an'ın "söz"ün en güzel ve doğrusunu tesbit etmede düşüncemize temel almamızı istediği noktalardan bir diğeri de, sözün sürekli olarak pratikte güzel ve yararlı sonuçlar vermesidir. Bir düşünce, bir görüş ne kadar parlak sözlerle ifade edilirse edilsin, sonuçta iyiye, güzele ve yararlıya yol açmıyorsa, o söz gerçekte en güzel söz olma vasfını yitirecektir. Kur'an-ı Kerim'de bu durum çarpıcı bir misalle verilmektedir: "Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan (kötü) bir ağaca benzer." (14/24-26)
Bu ayette Allah Teala, güzel sözü güzel ağaca benzetmiştir. Çünkü güzel sözün meyvesi güzel amel, güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir. O halde bir düşüncenin, bir dünya görüşü veya dinin güzel olup olmadığını anlamak onun meyvesi ile yakından alakalı bir durumdur. İnsanlara yararlı olacak bir meyveden uzak olan bir ağacın, güzel bir ağaç olması düşünülemez.
c-Sözün Vakıa ile Uyum İçerisinde Olması:
Bir dinin, bir düşüncenin veya bir görüşün "en güzel" olduğunu tesbit etmede Kur'an'ın göstermiş olduğu ve akletmemizi istediği bir diğer açılım da o din ya da düşüncenin vakıayla ters düşmemesidir. Vakıa tarihi, fiziki, sosyal vb. alanları kapsayabilir. Kur'an-ı Kerim kendisinin "en güzel söz" olduğunu ortaya koyarken ve bu konuda karşıtlarına meydan okurken temel isbatını sözün kendi içerisindeki çelişkisizliğine dayandırmaktadır. Bu sadece Kur'an için geçerli olan bir durum değildir. En güzel söz olduğunu iddia eden her ideoloji, kendi öğretisinin tümünün amprik alanda isbat edilebileceğini söylememekte, aslolanın düşüncenin kendi içerisindeki tutarlılığının ve çelişmezliğinin olduğunu ifade etmektedir.
Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim'e göz attığımızda, kendi söylediklerini salt söyleme ile bırakmadığını görebiliriz. Mümkün olduğu kadarıyla ortaya koyduğu hakikatlerin gerek tarihi, gerek fiziki ve sosyal alanla irtibatını kurmaya çalışır ve belirli paralellikler gösterir. Dahası böyle bir karşılaştırmanın yolunu açar ve teşvik eder. Oysa mesela muharref bir din olan Hıristiyanlık'ın teologları böyle bir "kontrol"e teşvik etmek bir yana, vakıayla olan çelişkilerin felsefesini yapmaktadırlar.
Kur'an sözün vakıayla uyumunu ölçü almakta ve bunu pek-çok yerde ortaya koymaktadır. Mesela o, karşıtlarının sözlerinin değersizliğini ortaya koymada tarihsel vakıayla çelişmeyi göstererek onların ileri sürdüğü görüşleri reddetme yoluna gitmektedir: "Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç akletmez misiniz?" (3/65)Bir ayet sonra da şu ifadeye yer verilmektedir: "İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi. Müşriklerden de değildi." (3/67)
Bir başka yerde de Kur'an'ın Hz. Peygamber'in peygamberliğinden kuşku duyulamayacağını sosyal vakıaya olan uygunlukla açıkladığını görmekteyiz: "Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı." (29/48)
kaynak:http://www.haksozhaber.net/kuranda-akil-ve-akletme-sorumlulugumuz-36945h.htm