Deccali Süfyan Hakkında Bilgiler
“Onların Deccali Süfyan’dır, İslâmlar içinde çıkacak aldatmakla iş görecek”
Mehmet Kibar gönüldaşımızın yazısına başlık olarak kullandığı, “bi bitmediniz ya!” cümlesine katılmamak mümkün değil. Bitmek bir tarafa mitoz-mayoz fark etmez ha bire çoğalıyorlar.
Allah-u âlem, bu durumun hikmeti yine SÜFYAN mevzuunda gizli. Meseleye aşina olmayanlar için SÜFYAN nedir bakmakta fayda görüyoruz.
SÜFYAN: Ahir zamanda, Müslümanlar içinden çıkacak, aldatmakla iş görecek ve ümmetin karanlık günler yaşamasına sebebiyet verecek, dehşetli dinsiz ve MÜNAFIK şahıs.
“Süfyan münkir biridir. Allah’ı, Kur’ân’ı, peygamberi tanımaz, İslâm adına ne varsa hepsine karşıdır. Sistemli ve münafıkâne bir tarzda iş görür. İslâm’ın ana direkleri olan inanç esaslarını kaldırmaya, yok etmeye, zayıflatmaya çalışır. “Hz. Mehdî’yi de devamlı tarassut altında tutar. Muhasarası üzerinden kalkmaz.” (İs’afür-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar, s. 212.)”
Bir hadis-i şerifte:
“Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek” buyurulmuştur.
Yine, Hz Ali (r.a):
“Onların Deccali Süfyan’dır, İslâmlar içinde çıkacak aldatmakla iş görecek” buyurmuşlardır.
“Çoğu kere ise, onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.” ( Müslim, Fiten: 125.)
Süfyan’la mücadele
“Hz. Mehdî, en büyük mücadelesini Hz. Ali’nin ifadesiyle İslâm’a, Kur’ân’a savaş açan, dinsiz, yalancı İslâm Deccal’ı Süfyan’a karşı verecek, mücadeleler sonucunda onu öldürecek, tahribatını tamir edecektir.
Hadislerde Süfyan’ın tahribatına olduğu kadar Hz. Mehdî’nin onunla yapacağı mücadelelere de yer verilmiştir.
O Süfyan ki, Hz. Ali’nin belirttiğine göre büyük cüsseli biridir. Önce etrafını yakıp yıkacak, sonra da, Doğu ülkelerini dolaşıp meliklerini mağlup edecektir. (ellşâa, li Eşrati’s-Sâe, s.167,168.)
Irak, Libya, Şam?..
Onun büyük bir cüsseye sahip olması maddî ve siyasî gücünün fazlalığına işaret eder. Nitekim rivayetlerden, âhirzamanda çıkacak şahısların fevkalâde iktidarları olduğu anlaşıldığını belirten Bediüzzaman, bunu tevil ederken, o şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin büyüklüğünden kinaye olduğunu söyler.
Öte yandan “Deccalın birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür” rivayetini ise şöyle tevil eder:
“Hem büyük Deccal’ın, hem İslâm Deccal’ının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var.
Bir günü, bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz.
İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır.
Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz.
Dördüncü günü ve devresi âdîleşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.” (Şuâlar, s. 493)
Müslim’de yer alan bir hadiste (Müslim, Kitabü’l-Fiten, 23. Bab, 113. H. (H. 2938)) Hz. Mehdî’nin Deccalle olan enteresan bir mücadelesine yer verilmektedir. Her ne kadar Mamer ve Ebû İshak gibi raviler bu zâtın Hz. Hızır olduğunu söylüyorlarsa da hadisin gelişi ve gidişinden onun Hz. Mehdî olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre Deccal’ın merkezde silahlı gözetleme yapan askerleri bulunmaktadır ki bu onun büyük bir ordu ve hükümet gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak Hz. Mehdî’yi kendine bende etmek (bağlamak) istemekte kabul etmeyince de eziyet ve sıkıntı vermekte, tesirsiz hale getirmek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Öyle ki “sırtı ve karnı döve döve genişletilmekte,” yani onun dâvâsı gün geçtikçe etrafa daha da yayılmaktadır. Onca eziyet ve işkencelere boyun bükmez, Deccal’ı tanımaz, Deccallığı hakkındaki kanaati daha da pekişir, mağlup edilmez bir edayla insanlara şöyle seslenir:
“Ey insanlar şüphe yok ki, artık Deccal bana yaptığı bu işi artık insanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır.”
Deccal yine onu öldürmek için alır. Ama onun boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha haline geliverir ve Deccal artık onu kesebilecek hiçbir yol bulamaz. Sonunda onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar ve fırlatıp atar. İnsanlar, Deccal’ın onu ateşe attığını sanırlar. Oysa o mü’min Cennet içine atılmıştır.
Bu ifadeler Deccal’ın Hz. Mehdî’yi her ne kadar öldürmek istese de bunu başaramayacağını göstermektedir. Ona diş geçiremeyecek, kılıcı da işlemeyecektir. Onu ateşe atması ise zamanında bir nevi Cehenneme dönen zindanlara atması demektir. Ama onun îmanı, o zindanı da bir nevi Cennete çevirir. Çünkü Cennet ve Cehennem her şeyden önce gönülde yaşanır. İman zindanları saraya, ateşi âb-ı hayata çevirebilecek güçte bir iksirdir. Aynı zamanda bu Deccalın Hz. Mehdî’yi en ücra, ıssız yerlere süreceğini, oraların ise bağlık bahçelik yerler olacağını da göstermektedir.
Müslim’deki hadisin sonu şöyle bitiyor: “İşte o mü’min âlemlerin Rabbi katında insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır.”
Kalın yazılar bize ait olmak üzere, internetten alıntı yaptığımız bu bölüm, bize Mehdi ve Süfyan hakkında yeterince aydınlattı kanaatindeyiz.
Meseleye bu açıdan yanaştığımızda, “Allah korktuklarımızdan bizleri emin kılsın ve ayaklarımızı kaydırmasın” duasını her daim, ama özellikle de yaşadığımız bu şartlarda, şiddetle etmemiz gerekliliği bir kez daha kendiliğinden ortaya çıkıyor sanırım.
Ümmetin genel imtihanı bir tarafa, İBDA’ya gönül vermişler olarak da, her dönemde değişik imtihanlara tâbi tutuluyoruz. Dikkatimizi çeken bir husus – ki, bu son derece tabii- her bir imtihanda elenenlerimiz oluyor.
Hatırlanacağı üzere, KUMANDAN MİRZABEYOĞLU, dost ve düşman kutuplara, 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etmişti.
O dönemde, her hafta Metris Cezaevi’ne ziyarete gelen bir arkadaş bana şu soruyu sordu:
-Ya KUMANDAN’ın söylediği gibi, bu yılın sonunda kurtuluş gerçekleşmezse, o zaman ne yaparsın?
Benim cevabımsa şöyle olmuştu:
-Benim eşim bu dâvâ uğrunda yıllardır cezaevinde. Sen şimdi Metris’in böyle dolup taştığına bakma; biz burada 3 kişiyle ziyaret yaptığımızı biliriz. Biz bu yola, Kumandan’ın cezaevine girip de “1999 yılı Ümmetin Kurtuluş Yılıdır” dediği için girmediğimiz gibi, böyle bir şey diyecek diye bekleyerek de girmedik. Kendisi böyle bir cümle sarfetmeyebilirdi de… Biz karınca misali, iman ettik. Görür müyüz, görmez miyiz Allah’ın takdir-i ilâhisi… Ama inancımız odur ki, KUMANDAN, bu misyonu gerçekleştirecek olan kişidir. O; “Şahsımı ve fikrimi riske atarak söylüyorum ki, bu yıl kurtuluş yılıdır” dediği için, bizlerde en ufak bir şüphe yok… Ha, olmadı; kaybedecek bir şeyimiz de yok! Allah ne zaman nasip ederse, ama bugün ama yarın!
Gözlerindeki şaşkınlığı fark edince, onun benimle aynı hissiyatta olmadığını üzülerek gördüm. Ve ona uyarı babında devam ettim.
-KUMANDAN böyle söylediği için inancımız tam; ama hissiyatım bana bu işin bu sene bitmeyeceğini söylüyor.
Şaşkınlığı, korkuya dönüştü.
-NEDEN? Diyebildi sadece.
-Çünkü dedim, daha bir şey görmedik, yaşamadık. Bu zafer o kadar ucuz olamaz. Allah bizi daha çoook imtihandan geçirecek.
Öyle de oldu. 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluşu”nun başlangıç yılı olduğunu ve bu zorlu sürecin devam edeceğini ve hâlâ da ettiğini idrak edemeyenler, bahsini ettiğim arkadaşla beraber YOK OLUP GİTTİLER!
Allah (c.c.) bizleri, belki de bundan on yıl önce hiç aklımıza, hayalimize gelmeyecek şeylerle sınadı. 1991 yılında, 1. Körfez Savaşıyla birlikte göz altı ve tutuklamaların ardından ;
–Arkadaş bu işin şakası yok; bu yol ciddi riskler taşıyan bir yol! deyip, tırsıp kaçanlar mı dersiniz, çoluk-çocuk, eş-dost, ana-babayla imtihan edilenler mi dersiniz…
Son 10 yılda ise, arkadaş-dost-gönüldaş dediklerimizin kalleşçe, hiçbir insan evladına yakışmayacak tarzda, en ufak vicdanî kaygı taşımaksızın, ahde vefâ duygusundan uzak –ki ahde vefâ imândandır– halleriyle imtihan edildik.
“Varoluş” mücadelemiz kabul ettiğimiz eylemlerimizi, yalnızca, şov yapmak ve kendimizi göstermekten ibaret eylemler olarak algılayan ve bu tür ithamlarda bulunanlar tarafından, Hint fakiri ve mazoşit ilan edildik. Bu söylemlerdeki kasıt bir tarafa, açıklama yapmaya hiç lüzum dahi görmeden diyebiliriz ki, bu paragraftaki tespitlerin hepsi tersinden doğrudur.
İş birlikçi, hain, münafık, kâfir dahi ilân edildik. Bu imtihan yalnızca bu tür söylemlere muhatap kalanlara has bir imtihan değildi elbette. Adalet duygusunun, hakikat anlayışının ırzına geçercesine sessiz kalanların da imtihanıydı.
Kendi “oluş” çilesini çeken KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’nun derdini dert edinmek, onun davasını davamız bilmek de, “bizim oluş çilemiz”. Bu yolda, tıpkı onun gibi bizler de yaşanılan her zorluğu “oluş” için bir sıçrama tahtası olarak kabul edip; sapmadan, yalpalamadan yürüyebilmeliyiz. Aksi takdirde “varoluş” yolunda, yok olup gideriz.
Yürüyene “DUR” demek, “UZLAŞ”, “TESLİM OL” çağrıları yapmak bizim davamıza ve dava adamlığımıza yakışmaz.
-Telegram altında ne hale geldi, görmüyor musunuz? Ne olur biraz uzlaşıyormuşuz gibi yapsak, iki “reis” desek de durumu kurtarsak zihniyeti, ideolojik şuur eksikliğinin bir göstergesi olduğu gibi, Allah korusun imânî meselelere kadar gider.
KUMANDAN MİRZABEYOĞLU, bırakın teslim olmayı, uzlaşmayı; en ufak bir taviz vermiş olsaydı şuan ceza evinde yatıyor olur muydu? Bir düşünün…
Daha Kartal Cezaevi’nde;
-Bana, sana başının üzerinde nurdan bir hâle verelim ve bu hâleyi bakan herkes görsün. Ama sen de bu davayı bırak, kendini bize teslim et diyorlar; dediğinde, bu teklifi kabul etmiş olsaydı çoktan çıkmıştı. Çıkmakla da kalmayıp, şeyhlerin(!) , mürşitlerin (!) gırla gittiği şu ortamda kendisine yüz binlerce de mürit edinmişti.
Ama O, bırakın teslim olmayı, Kartal Cezaevi’nde kendisine uygulanan telegram işkencesinin daha ne olduğunu bilmediği ilk dönemlerde;
Davama zeval getirecek bir harekette bulunurum kaygısıyla, kendisini fedâ etmeyi dahi göze aldı. İşte fedâ eylemine böylesine ulvi bir sebeple karar verdi.
Bu batılla, HAKKIN savaşıdır.Eğilmek , bükülmek, zayıflık, HAKKIN savaşçılarına yakışmayacağı gibi, böyle bir durumda “ben dayanamıyorum siz de direnmeyin” demek tehlikenin boyutunu kavrayamamak demektir.
Mehdi’nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman, o, çetin görevi üstlenememek meyli; can, mal mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ama “onlar buna aldırmayacak” (Ramuzü’l Ehadis s. 476 İbni Mace’den)
Kaynak:http://www.adimlardergisi.com/onlarin-deccali-sufyandir-islamlar-icinde-cikacak-aldatmakla-is-gorecek/
Mehmet Kibar gönüldaşımızın yazısına başlık olarak kullandığı, “bi bitmediniz ya!” cümlesine katılmamak mümkün değil. Bitmek bir tarafa mitoz-mayoz fark etmez ha bire çoğalıyorlar.
Allah-u âlem, bu durumun hikmeti yine SÜFYAN mevzuunda gizli. Meseleye aşina olmayanlar için SÜFYAN nedir bakmakta fayda görüyoruz.
SÜFYAN: Ahir zamanda, Müslümanlar içinden çıkacak, aldatmakla iş görecek ve ümmetin karanlık günler yaşamasına sebebiyet verecek, dehşetli dinsiz ve MÜNAFIK şahıs.
“Süfyan münkir biridir. Allah’ı, Kur’ân’ı, peygamberi tanımaz, İslâm adına ne varsa hepsine karşıdır. Sistemli ve münafıkâne bir tarzda iş görür. İslâm’ın ana direkleri olan inanç esaslarını kaldırmaya, yok etmeye, zayıflatmaya çalışır. “Hz. Mehdî’yi de devamlı tarassut altında tutar. Muhasarası üzerinden kalkmaz.” (İs’afür-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar, s. 212.)”
Bir hadis-i şerifte:
“Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek” buyurulmuştur.
Yine, Hz Ali (r.a):
“Onların Deccali Süfyan’dır, İslâmlar içinde çıkacak aldatmakla iş görecek” buyurmuşlardır.
“Çoğu kere ise, onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.” ( Müslim, Fiten: 125.)
Süfyan’la mücadele
“Hz. Mehdî, en büyük mücadelesini Hz. Ali’nin ifadesiyle İslâm’a, Kur’ân’a savaş açan, dinsiz, yalancı İslâm Deccal’ı Süfyan’a karşı verecek, mücadeleler sonucunda onu öldürecek, tahribatını tamir edecektir.
Hadislerde Süfyan’ın tahribatına olduğu kadar Hz. Mehdî’nin onunla yapacağı mücadelelere de yer verilmiştir.
O Süfyan ki, Hz. Ali’nin belirttiğine göre büyük cüsseli biridir. Önce etrafını yakıp yıkacak, sonra da, Doğu ülkelerini dolaşıp meliklerini mağlup edecektir. (ellşâa, li Eşrati’s-Sâe, s.167,168.)
Irak, Libya, Şam?..
Onun büyük bir cüsseye sahip olması maddî ve siyasî gücünün fazlalığına işaret eder. Nitekim rivayetlerden, âhirzamanda çıkacak şahısların fevkalâde iktidarları olduğu anlaşıldığını belirten Bediüzzaman, bunu tevil ederken, o şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin büyüklüğünden kinaye olduğunu söyler.
Öte yandan “Deccalın birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür” rivayetini ise şöyle tevil eder:
“Hem büyük Deccal’ın, hem İslâm Deccal’ının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var.
Bir günü, bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz.
İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır.
Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz.
Dördüncü günü ve devresi âdîleşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.” (Şuâlar, s. 493)
Müslim’de yer alan bir hadiste (Müslim, Kitabü’l-Fiten, 23. Bab, 113. H. (H. 2938)) Hz. Mehdî’nin Deccalle olan enteresan bir mücadelesine yer verilmektedir. Her ne kadar Mamer ve Ebû İshak gibi raviler bu zâtın Hz. Hızır olduğunu söylüyorlarsa da hadisin gelişi ve gidişinden onun Hz. Mehdî olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre Deccal’ın merkezde silahlı gözetleme yapan askerleri bulunmaktadır ki bu onun büyük bir ordu ve hükümet gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak Hz. Mehdî’yi kendine bende etmek (bağlamak) istemekte kabul etmeyince de eziyet ve sıkıntı vermekte, tesirsiz hale getirmek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Öyle ki “sırtı ve karnı döve döve genişletilmekte,” yani onun dâvâsı gün geçtikçe etrafa daha da yayılmaktadır. Onca eziyet ve işkencelere boyun bükmez, Deccal’ı tanımaz, Deccallığı hakkındaki kanaati daha da pekişir, mağlup edilmez bir edayla insanlara şöyle seslenir:
“Ey insanlar şüphe yok ki, artık Deccal bana yaptığı bu işi artık insanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır.”
Deccal yine onu öldürmek için alır. Ama onun boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha haline geliverir ve Deccal artık onu kesebilecek hiçbir yol bulamaz. Sonunda onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar ve fırlatıp atar. İnsanlar, Deccal’ın onu ateşe attığını sanırlar. Oysa o mü’min Cennet içine atılmıştır.
Bu ifadeler Deccal’ın Hz. Mehdî’yi her ne kadar öldürmek istese de bunu başaramayacağını göstermektedir. Ona diş geçiremeyecek, kılıcı da işlemeyecektir. Onu ateşe atması ise zamanında bir nevi Cehenneme dönen zindanlara atması demektir. Ama onun îmanı, o zindanı da bir nevi Cennete çevirir. Çünkü Cennet ve Cehennem her şeyden önce gönülde yaşanır. İman zindanları saraya, ateşi âb-ı hayata çevirebilecek güçte bir iksirdir. Aynı zamanda bu Deccalın Hz. Mehdî’yi en ücra, ıssız yerlere süreceğini, oraların ise bağlık bahçelik yerler olacağını da göstermektedir.
Müslim’deki hadisin sonu şöyle bitiyor: “İşte o mü’min âlemlerin Rabbi katında insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır.”
Kalın yazılar bize ait olmak üzere, internetten alıntı yaptığımız bu bölüm, bize Mehdi ve Süfyan hakkında yeterince aydınlattı kanaatindeyiz.
Meseleye bu açıdan yanaştığımızda, “Allah korktuklarımızdan bizleri emin kılsın ve ayaklarımızı kaydırmasın” duasını her daim, ama özellikle de yaşadığımız bu şartlarda, şiddetle etmemiz gerekliliği bir kez daha kendiliğinden ortaya çıkıyor sanırım.
Ümmetin genel imtihanı bir tarafa, İBDA’ya gönül vermişler olarak da, her dönemde değişik imtihanlara tâbi tutuluyoruz. Dikkatimizi çeken bir husus – ki, bu son derece tabii- her bir imtihanda elenenlerimiz oluyor.
Hatırlanacağı üzere, KUMANDAN MİRZABEYOĞLU, dost ve düşman kutuplara, 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etmişti.
O dönemde, her hafta Metris Cezaevi’ne ziyarete gelen bir arkadaş bana şu soruyu sordu:
-Ya KUMANDAN’ın söylediği gibi, bu yılın sonunda kurtuluş gerçekleşmezse, o zaman ne yaparsın?
Benim cevabımsa şöyle olmuştu:
-Benim eşim bu dâvâ uğrunda yıllardır cezaevinde. Sen şimdi Metris’in böyle dolup taştığına bakma; biz burada 3 kişiyle ziyaret yaptığımızı biliriz. Biz bu yola, Kumandan’ın cezaevine girip de “1999 yılı Ümmetin Kurtuluş Yılıdır” dediği için girmediğimiz gibi, böyle bir şey diyecek diye bekleyerek de girmedik. Kendisi böyle bir cümle sarfetmeyebilirdi de… Biz karınca misali, iman ettik. Görür müyüz, görmez miyiz Allah’ın takdir-i ilâhisi… Ama inancımız odur ki, KUMANDAN, bu misyonu gerçekleştirecek olan kişidir. O; “Şahsımı ve fikrimi riske atarak söylüyorum ki, bu yıl kurtuluş yılıdır” dediği için, bizlerde en ufak bir şüphe yok… Ha, olmadı; kaybedecek bir şeyimiz de yok! Allah ne zaman nasip ederse, ama bugün ama yarın!
Gözlerindeki şaşkınlığı fark edince, onun benimle aynı hissiyatta olmadığını üzülerek gördüm. Ve ona uyarı babında devam ettim.
-KUMANDAN böyle söylediği için inancımız tam; ama hissiyatım bana bu işin bu sene bitmeyeceğini söylüyor.
Şaşkınlığı, korkuya dönüştü.
-NEDEN? Diyebildi sadece.
-Çünkü dedim, daha bir şey görmedik, yaşamadık. Bu zafer o kadar ucuz olamaz. Allah bizi daha çoook imtihandan geçirecek.
Öyle de oldu. 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluşu”nun başlangıç yılı olduğunu ve bu zorlu sürecin devam edeceğini ve hâlâ da ettiğini idrak edemeyenler, bahsini ettiğim arkadaşla beraber YOK OLUP GİTTİLER!
Allah (c.c.) bizleri, belki de bundan on yıl önce hiç aklımıza, hayalimize gelmeyecek şeylerle sınadı. 1991 yılında, 1. Körfez Savaşıyla birlikte göz altı ve tutuklamaların ardından ;
–Arkadaş bu işin şakası yok; bu yol ciddi riskler taşıyan bir yol! deyip, tırsıp kaçanlar mı dersiniz, çoluk-çocuk, eş-dost, ana-babayla imtihan edilenler mi dersiniz…
Son 10 yılda ise, arkadaş-dost-gönüldaş dediklerimizin kalleşçe, hiçbir insan evladına yakışmayacak tarzda, en ufak vicdanî kaygı taşımaksızın, ahde vefâ duygusundan uzak –ki ahde vefâ imândandır– halleriyle imtihan edildik.
“Varoluş” mücadelemiz kabul ettiğimiz eylemlerimizi, yalnızca, şov yapmak ve kendimizi göstermekten ibaret eylemler olarak algılayan ve bu tür ithamlarda bulunanlar tarafından, Hint fakiri ve mazoşit ilan edildik. Bu söylemlerdeki kasıt bir tarafa, açıklama yapmaya hiç lüzum dahi görmeden diyebiliriz ki, bu paragraftaki tespitlerin hepsi tersinden doğrudur.
İş birlikçi, hain, münafık, kâfir dahi ilân edildik. Bu imtihan yalnızca bu tür söylemlere muhatap kalanlara has bir imtihan değildi elbette. Adalet duygusunun, hakikat anlayışının ırzına geçercesine sessiz kalanların da imtihanıydı.
Kendi “oluş” çilesini çeken KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’nun derdini dert edinmek, onun davasını davamız bilmek de, “bizim oluş çilemiz”. Bu yolda, tıpkı onun gibi bizler de yaşanılan her zorluğu “oluş” için bir sıçrama tahtası olarak kabul edip; sapmadan, yalpalamadan yürüyebilmeliyiz. Aksi takdirde “varoluş” yolunda, yok olup gideriz.
Yürüyene “DUR” demek, “UZLAŞ”, “TESLİM OL” çağrıları yapmak bizim davamıza ve dava adamlığımıza yakışmaz.
-Telegram altında ne hale geldi, görmüyor musunuz? Ne olur biraz uzlaşıyormuşuz gibi yapsak, iki “reis” desek de durumu kurtarsak zihniyeti, ideolojik şuur eksikliğinin bir göstergesi olduğu gibi, Allah korusun imânî meselelere kadar gider.
KUMANDAN MİRZABEYOĞLU, bırakın teslim olmayı, uzlaşmayı; en ufak bir taviz vermiş olsaydı şuan ceza evinde yatıyor olur muydu? Bir düşünün…
Daha Kartal Cezaevi’nde;
-Bana, sana başının üzerinde nurdan bir hâle verelim ve bu hâleyi bakan herkes görsün. Ama sen de bu davayı bırak, kendini bize teslim et diyorlar; dediğinde, bu teklifi kabul etmiş olsaydı çoktan çıkmıştı. Çıkmakla da kalmayıp, şeyhlerin(!) , mürşitlerin (!) gırla gittiği şu ortamda kendisine yüz binlerce de mürit edinmişti.
Ama O, bırakın teslim olmayı, Kartal Cezaevi’nde kendisine uygulanan telegram işkencesinin daha ne olduğunu bilmediği ilk dönemlerde;
Davama zeval getirecek bir harekette bulunurum kaygısıyla, kendisini fedâ etmeyi dahi göze aldı. İşte fedâ eylemine böylesine ulvi bir sebeple karar verdi.
Bu batılla, HAKKIN savaşıdır.Eğilmek , bükülmek, zayıflık, HAKKIN savaşçılarına yakışmayacağı gibi, böyle bir durumda “ben dayanamıyorum siz de direnmeyin” demek tehlikenin boyutunu kavrayamamak demektir.
Mehdi’nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman, o, çetin görevi üstlenememek meyli; can, mal mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ama “onlar buna aldırmayacak” (Ramuzü’l Ehadis s. 476 İbni Mace’den)
Kaynak:http://www.adimlardergisi.com/onlarin-deccali-sufyandir-islamlar-icinde-cikacak-aldatmakla-is-gorecek/