Ömer Bin Hattab Hz.Ömer'in (r.a) Son Üç Günü
Hazreti Ömer’in (Radyallâhu Anh) Şehadeti
Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî(Radıyallâhu Anh) (ö. 23/644)
Hulefâ-yi Râşidîn’in ikincisi (634-644).
Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğdu.[1] Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden müslüman olanlara işkence yapan Ömer(Radıyallâhu Anh) bi‘setin 6. yılında (616) müslüman oldu.[2]
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) müslüman olduğu gece Ebû Cehil’in evine giderek İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi; ayrıca ertesi gün Cemîl b. Ma‘mer el-Cumahî’ye müslüman olduğunu bütün Kureyşliler’e ilân ettirdi. Onun İslâmiyet’e girmesinden sonra müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar.[3]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in hilâfeti döneminde Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsâme b. Zeyd(Radıyallâhu Anh) kumandasındaki orduya hareket emri veren Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer(Radıyallâhu Anhümâ)’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Hz. Üsâme(Radıyallâhu Anh)’den izin aldı.[4]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Ömer(Radıyallâhu Anh)’e bıraktı ve onu yerine halef tayin etmek üzere Abdurrahman b. Avf, Saîd b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr(Radıyallâhu Anhüm) gibi sahâbîlerle istişareye başladı. Bunlardan bazıları Hz. Ömer’in sert mizacını ileri sürerek çekincelerini dile getirdiler. Halife görüşmelerini tamamladıktan sonra Hz. Osman’ı çağırarak bu hususta bir ahidnâme yazdırıp mühürledi; yanına Hz. Ömer ile Hz. Osman’ı alıp Mescid-i Nebevî’ye gitti ve halka şöyle dedi:
“Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah’a andolsun ki bütün gücümle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum; onu dinleyin ve ona uyun” orada bulunanların hepsi olumlu cevap verdi. Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in vefat ettiği gün (22 Cemâziyelâhir 13 / 23 Ağustos 634) Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) Mescid-i Nebevî’de biat aldı.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), 23 (644) yılı haccını eda edip Medine’ye döndüğü günlerde, Mugīre b. Şu‘be(Radıyallâhu Anh)’in Basra valisi iken edindiği kölesi Ebû Lü’lüe Fîrûz en-Nihâvendî efendisinin kendisinden fazla ücret aldığını söyleyerek bunun azaltılmasını istedi. Halife onun demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını öğrenince Hz. Mugīre(Radıyallâhu Anh)’in kendisinden aldığı ücretin fazla olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Ebû Lü’lüe ertesi gün sabah namazında hançerle Hz. Ömer’i yaraladı ve müslümanların elinden kurtulamayacağını anlayınca kendini öldürdü. Halife ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince aşere-i mübeşşereden altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi; oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dahil etti. Namazı kıldırmak üzere Suheyb b. Sinân(Radıyallâhu Anh)’ı, şûra üyelerini toplamak üzere Mikdâd b. Esved(Radıyallâhu Anh)’i, seçim gerçekleşinceye kadar heyetin rahatsız edilmemesini sağlamakla da Ebû Talha el-Ensârî(Radıyallâhu Anh)’yı görevlendirdi. Oğlu Abdullah’ı Hz. Âişe(Radıyallâhu Anhâ)’ye yollayarak Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in hücresine onun ayağının dibine defnedilmek için izin istedi. Hz. Âişe kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul etti. Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) üç gün sonra vefat etti (26 Zilhicce 23 / 3 Kasım 644). Cenaze namazını Suheyb b. Sinân(Radıyallâhu Anh) kıldırdı.[5]
Üstün Vasıfları
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) kaynaklarda uzun boylu, gür sesli ve heybetli bir kişi olarak tasvir edilir. Birçok kadınla evlenen Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) ilk evliliğini Zeyneb bint Maz‘ûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah ve Hafsa bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Câhiliye döneminde evlendiği Müleyke bint Amr ve Kureybe bint Ebû Ümeyye’yi İslâmiyet’i kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan âyet (el-Mümtehine 60/10) doğrultusunda boşadı. Başka evlilikler de yapan Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) son evliliğini 17 (638) yılında Hz. Ali ve Hz. Fâtıma(Radıyallâhu Anhümâ)’nın kızları Ümmü Külsûm ile yaptı. Hz. Ömer’in bu evliliğiyle Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’le akrabalık kurma amacı taşıdığı bilinmektedir.
Aşere-i mübeşşereden olan Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) aynı zamanda vahiy kâtiplerinden ve Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’ın en yakın sahâbîlerindendir. Kızı Hafsa ile Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in evlenmesi (3/ 625) onların bu dostluğunu daha da pekiştirmişti. Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisiyle birçok konuda istişare ederdi. Onun bazı görüşlerinin nâzil olan âyetlerle teyit edildiği görülmektedir. “Muvâfakāt-ı Ömer” denilen bu âyetler arasında şarabın kesin biçimde haram kılınması (el-Bakara 2/219), Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in evine gelen kimselerle hanımlarının perde arkasından konuşmasının daha uygun olacağı (el-Ahzâb 33/53), Kâbe’deki Makām-ı İbrâhim’in namazgâh ittihaz edilmesi (el-Bakara 2/125) ve münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği (et-Tevbe 9/84) gibi hususlar örnek olarak zikredilebilir.[6]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) ile birlikte “şeyhayn” diye anılmış ve bazı fakih sahâbîler onların ittifak ettikleri hususları diğer sahâbîlerin görüşlerine tercih etmiştir. Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) Medine’de kazâ işlerinin başına onu getirmişti. Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında, “Allah, gerçeği Ömer’in lisanı ve kalbi üzere yarattı”[7] “Allah’ın emirleri konusunda ümmetimin en kuvvetlisi Ömer’dir”; “Muhakkak ki şeytan senden korkar, yâ Ömer!” demiş, “Ey Allahım! Ömer’in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et” şeklinde dua etmiştir.[8] Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), “Sana vâiz olarak ölüm yeter ey Ömer!” ifadesini mührüne kazıtmış, kendisini malıyla ve canıyla Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in yoluna adamıştır.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh)’in en meşhur lakabı “Fârûk”tur. “Hak ile bâtılı birbirinden ayıran” anlamındaki bu lakabı kendisine Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, müslümanların veya Ehl-i kitabın vermiş olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.[9] İslâm tarihinde “emîrü’l-mü’minîn” tabiri ilk defa Hz. Ömer için kullanılmıştır. Sünnî ulemâsı, onun Hz. Ebû Bekir’den sonra müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) sert mizaçlıydı. Onun bu özelliğini Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Ümmetimin içinde ümmetime en merhametli Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh), Allah’ın emri konusunda en şiddetlisi Ömer’dir” sözüyle dile getirmiştir.[10] Hz. Ebû Bekir döneminde Medine’deki kazâ işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği icraatıyla insanlık tarihine geçmiştir. Onun hakkında Hz. Âişe’nin, “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner” dediği nakledilir. Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali’nin bu konudaki tavsiyelerine uymuştur.[11]
Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında, “Sizden önceki toplumlarda Allah’ın kalplerine ilham verdiği kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de böyle kimseler varsa -ki şüphesiz vardır- muhakkak Ömer de onlardandır” demiştir.[12] Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) toplumu ilgilendiren bir konu ortaya çıkınca halkı Mescid-i Nebevî’ye çağırır, iki rek‘at namaz kılındıktan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı.[13] Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Emri bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında uygular, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini isterdi.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), divan defterlerini yanına alarak Medine çevresindeki insanların atıyyelerini evlerine gidip bizzat kendisi dağıtırdı. Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı. Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, güç yetiremeyecekleri işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Aynı şekilde hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale ederdi.[14] Valilerine yazdığı mektup ve emirnâmelerden birer nüshanın saklanmasını istediğinden Dîvânü’l-inşâ’nın kurucusu kabul edilmiştir. 18 (639) yılındaki kıtlıkta ihtiyaç sahipleri Zeyd b. Sâbit(Radıyallâhu Anh) tarafından belirlenmiş ve beytülmâlde bulunan bütün hububat ve yiyecekler kendilerine dağıtılmıştır. Kendisi de her gün yirmi deve kestirerek ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, kıtlık yılında ihtiyaç dolayısıyla hırsızlık yapmak zorunda kalanlara ceza uygulamamıştır.
Babasından ensâb bilgisini öğrenen Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) güzel yazı yazar ve güzel konuşurdu. Onun Hz. Ebû Bekir ile birlikte Kureyş’in en fasih konuşanları arasında yer aldığı, Kur’an’ın kıraat ve imlâsına itina gösterilmesini, Arap dilinin iyi öğrenilmesini ve doğru konuşulmasını istediği kaydedilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf haline getirilmesi hususunda Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’ı ikna eden Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), bütün İslâm beldelerinde valilere cami ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilâyetlere Medine’den bazı sahâbîleri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır. Kur’an’ın inanç esaslarına ait âyetlerinin doğru anlaşılması için çaba göstermiş, müteşâbih âyetlerle ilgilenenleri bundan menetmiş, kazâ ve kader konusundaki yanlış yorumları engellemiştir. İbrâhim b. Hasan, Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh)’in Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması hususundaki görüşlerini Taberî, İbn-i Kesîr ve Süyûtî’nin tefsirlerinde yer alan rivayetlerden hareketle bir araya getirerek et-Tefsîrü’l-meǿsûr adıyla yayımlamıştır.[15]
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) hadislerin rivayetine çok dikkat eder, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahâbîlerden bunu Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’ın söylediğine dair şahit getirmelerini isterdi. Bununla birlikte onun Sa‘d b. Ebû Vakkās(Radıyallâhu Anh) gibi seçkin sahâbîlerden doğrudan hadis aldığı da bilinmektedir. Kütüb-i Sitte’de rivayet ettiği 539 hadis bulunmaktadır; bunların çoğu fıkha dairdir. Buhârî ve Müslim’in eserlerinde toplam seksen bir rivayeti yer alır. Buhârî ve Müslim bunların yirmi altısında ittifak etmiş, Buhârî otuz dört, Müslim yirmi bir hadisi ayrıca eserine almıştır. Diğer hadis kitaplarında da rivayetlerine yer verilmiştir.[16]
Dipnotlar
[1] Halîfe b. Hayyât, I, 151
[2] İbn Sa‘d, III, 269
[3] Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 3, 6; “Menâķıbü’l-enśâr”, 35; İbn Hişâm, I, 342, 345, 348-350; İbn Sa‘d, III, 269-270
[4] İbn Sa‘d, II, 190.
[5] İbn Sa’d, III, 367
[6] Muvâfakāt-ı Ömer için bk. Tecrid Tercemesi, II, 346-353; XI, 46-50; İmâdî, s. 19 vd.
[7] Tirmizî, “Menâķıb”, 18
[8] Müsned, IV, 336; ayrıca bk. Müslim, “Îmân”, 69
[9] İbn Sa‘d, III, 270-271; Abdüsselâm b. Muhsin Âl-i Îsâ, I, 78-80; ayrıca bk. FÂRÛK
[10] Abdülhay el-Kettânî, II, 295
[11] (Ebû Yûsuf, I, 125-126)
[12] Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 6
[13] Taberî, I, 2574
[14] Abdülhay el-Kettânî, I, 428-429
[15] Kahire 1983
[16] Mustafa Fayda, DİA, cilt: 34; sayfa: 44-51’den özetlenmiştir.
Kaynak:TıklayınEbû Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî(Radıyallâhu Anh) (ö. 23/644)
Hulefâ-yi Râşidîn’in ikincisi (634-644).
Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğdu.[1] Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden müslüman olanlara işkence yapan Ömer(Radıyallâhu Anh) bi‘setin 6. yılında (616) müslüman oldu.[2]
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) müslüman olduğu gece Ebû Cehil’in evine giderek İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi; ayrıca ertesi gün Cemîl b. Ma‘mer el-Cumahî’ye müslüman olduğunu bütün Kureyşliler’e ilân ettirdi. Onun İslâmiyet’e girmesinden sonra müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar.[3]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in hilâfeti döneminde Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsâme b. Zeyd(Radıyallâhu Anh) kumandasındaki orduya hareket emri veren Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer(Radıyallâhu Anhümâ)’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Hz. Üsâme(Radıyallâhu Anh)’den izin aldı.[4]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Ömer(Radıyallâhu Anh)’e bıraktı ve onu yerine halef tayin etmek üzere Abdurrahman b. Avf, Saîd b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr(Radıyallâhu Anhüm) gibi sahâbîlerle istişareye başladı. Bunlardan bazıları Hz. Ömer’in sert mizacını ileri sürerek çekincelerini dile getirdiler. Halife görüşmelerini tamamladıktan sonra Hz. Osman’ı çağırarak bu hususta bir ahidnâme yazdırıp mühürledi; yanına Hz. Ömer ile Hz. Osman’ı alıp Mescid-i Nebevî’ye gitti ve halka şöyle dedi:
“Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah’a andolsun ki bütün gücümle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum; onu dinleyin ve ona uyun” orada bulunanların hepsi olumlu cevap verdi. Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in vefat ettiği gün (22 Cemâziyelâhir 13 / 23 Ağustos 634) Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) Mescid-i Nebevî’de biat aldı.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), 23 (644) yılı haccını eda edip Medine’ye döndüğü günlerde, Mugīre b. Şu‘be(Radıyallâhu Anh)’in Basra valisi iken edindiği kölesi Ebû Lü’lüe Fîrûz en-Nihâvendî efendisinin kendisinden fazla ücret aldığını söyleyerek bunun azaltılmasını istedi. Halife onun demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını öğrenince Hz. Mugīre(Radıyallâhu Anh)’in kendisinden aldığı ücretin fazla olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Ebû Lü’lüe ertesi gün sabah namazında hançerle Hz. Ömer’i yaraladı ve müslümanların elinden kurtulamayacağını anlayınca kendini öldürdü. Halife ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince aşere-i mübeşşereden altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi; oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dahil etti. Namazı kıldırmak üzere Suheyb b. Sinân(Radıyallâhu Anh)’ı, şûra üyelerini toplamak üzere Mikdâd b. Esved(Radıyallâhu Anh)’i, seçim gerçekleşinceye kadar heyetin rahatsız edilmemesini sağlamakla da Ebû Talha el-Ensârî(Radıyallâhu Anh)’yı görevlendirdi. Oğlu Abdullah’ı Hz. Âişe(Radıyallâhu Anhâ)’ye yollayarak Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in hücresine onun ayağının dibine defnedilmek için izin istedi. Hz. Âişe kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul etti. Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) üç gün sonra vefat etti (26 Zilhicce 23 / 3 Kasım 644). Cenaze namazını Suheyb b. Sinân(Radıyallâhu Anh) kıldırdı.[5]
Üstün Vasıfları
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) kaynaklarda uzun boylu, gür sesli ve heybetli bir kişi olarak tasvir edilir. Birçok kadınla evlenen Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) ilk evliliğini Zeyneb bint Maz‘ûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah ve Hafsa bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Câhiliye döneminde evlendiği Müleyke bint Amr ve Kureybe bint Ebû Ümeyye’yi İslâmiyet’i kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan âyet (el-Mümtehine 60/10) doğrultusunda boşadı. Başka evlilikler de yapan Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) son evliliğini 17 (638) yılında Hz. Ali ve Hz. Fâtıma(Radıyallâhu Anhümâ)’nın kızları Ümmü Külsûm ile yaptı. Hz. Ömer’in bu evliliğiyle Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’le akrabalık kurma amacı taşıdığı bilinmektedir.
Aşere-i mübeşşereden olan Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) aynı zamanda vahiy kâtiplerinden ve Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’ın en yakın sahâbîlerindendir. Kızı Hafsa ile Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in evlenmesi (3/ 625) onların bu dostluğunu daha da pekiştirmişti. Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisiyle birçok konuda istişare ederdi. Onun bazı görüşlerinin nâzil olan âyetlerle teyit edildiği görülmektedir. “Muvâfakāt-ı Ömer” denilen bu âyetler arasında şarabın kesin biçimde haram kılınması (el-Bakara 2/219), Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in evine gelen kimselerle hanımlarının perde arkasından konuşmasının daha uygun olacağı (el-Ahzâb 33/53), Kâbe’deki Makām-ı İbrâhim’in namazgâh ittihaz edilmesi (el-Bakara 2/125) ve münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği (et-Tevbe 9/84) gibi hususlar örnek olarak zikredilebilir.[6]
Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) ile birlikte “şeyhayn” diye anılmış ve bazı fakih sahâbîler onların ittifak ettikleri hususları diğer sahâbîlerin görüşlerine tercih etmiştir. Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) Medine’de kazâ işlerinin başına onu getirmişti. Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında, “Allah, gerçeği Ömer’in lisanı ve kalbi üzere yarattı”[7] “Allah’ın emirleri konusunda ümmetimin en kuvvetlisi Ömer’dir”; “Muhakkak ki şeytan senden korkar, yâ Ömer!” demiş, “Ey Allahım! Ömer’in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et” şeklinde dua etmiştir.[8] Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), “Sana vâiz olarak ölüm yeter ey Ömer!” ifadesini mührüne kazıtmış, kendisini malıyla ve canıyla Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in yoluna adamıştır.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh)’in en meşhur lakabı “Fârûk”tur. “Hak ile bâtılı birbirinden ayıran” anlamındaki bu lakabı kendisine Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, müslümanların veya Ehl-i kitabın vermiş olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.[9] İslâm tarihinde “emîrü’l-mü’minîn” tabiri ilk defa Hz. Ömer için kullanılmıştır. Sünnî ulemâsı, onun Hz. Ebû Bekir’den sonra müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) sert mizaçlıydı. Onun bu özelliğini Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Ümmetimin içinde ümmetime en merhametli Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh), Allah’ın emri konusunda en şiddetlisi Ömer’dir” sözüyle dile getirmiştir.[10] Hz. Ebû Bekir döneminde Medine’deki kazâ işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği icraatıyla insanlık tarihine geçmiştir. Onun hakkında Hz. Âişe’nin, “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner” dediği nakledilir. Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali’nin bu konudaki tavsiyelerine uymuştur.[11]
Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında, “Sizden önceki toplumlarda Allah’ın kalplerine ilham verdiği kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de böyle kimseler varsa -ki şüphesiz vardır- muhakkak Ömer de onlardandır” demiştir.[12] Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) toplumu ilgilendiren bir konu ortaya çıkınca halkı Mescid-i Nebevî’ye çağırır, iki rek‘at namaz kılındıktan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı.[13] Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Emri bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında uygular, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini isterdi.
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), divan defterlerini yanına alarak Medine çevresindeki insanların atıyyelerini evlerine gidip bizzat kendisi dağıtırdı. Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı. Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, güç yetiremeyecekleri işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Aynı şekilde hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale ederdi.[14] Valilerine yazdığı mektup ve emirnâmelerden birer nüshanın saklanmasını istediğinden Dîvânü’l-inşâ’nın kurucusu kabul edilmiştir. 18 (639) yılındaki kıtlıkta ihtiyaç sahipleri Zeyd b. Sâbit(Radıyallâhu Anh) tarafından belirlenmiş ve beytülmâlde bulunan bütün hububat ve yiyecekler kendilerine dağıtılmıştır. Kendisi de her gün yirmi deve kestirerek ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, kıtlık yılında ihtiyaç dolayısıyla hırsızlık yapmak zorunda kalanlara ceza uygulamamıştır.
Babasından ensâb bilgisini öğrenen Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) güzel yazı yazar ve güzel konuşurdu. Onun Hz. Ebû Bekir ile birlikte Kureyş’in en fasih konuşanları arasında yer aldığı, Kur’an’ın kıraat ve imlâsına itina gösterilmesini, Arap dilinin iyi öğrenilmesini ve doğru konuşulmasını istediği kaydedilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf haline getirilmesi hususunda Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’ı ikna eden Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh), bütün İslâm beldelerinde valilere cami ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilâyetlere Medine’den bazı sahâbîleri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır. Kur’an’ın inanç esaslarına ait âyetlerinin doğru anlaşılması için çaba göstermiş, müteşâbih âyetlerle ilgilenenleri bundan menetmiş, kazâ ve kader konusundaki yanlış yorumları engellemiştir. İbrâhim b. Hasan, Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh)’in Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması hususundaki görüşlerini Taberî, İbn-i Kesîr ve Süyûtî’nin tefsirlerinde yer alan rivayetlerden hareketle bir araya getirerek et-Tefsîrü’l-meǿsûr adıyla yayımlamıştır.[15]
Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) hadislerin rivayetine çok dikkat eder, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahâbîlerden bunu Resûlullah(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’ın söylediğine dair şahit getirmelerini isterdi. Bununla birlikte onun Sa‘d b. Ebû Vakkās(Radıyallâhu Anh) gibi seçkin sahâbîlerden doğrudan hadis aldığı da bilinmektedir. Kütüb-i Sitte’de rivayet ettiği 539 hadis bulunmaktadır; bunların çoğu fıkha dairdir. Buhârî ve Müslim’in eserlerinde toplam seksen bir rivayeti yer alır. Buhârî ve Müslim bunların yirmi altısında ittifak etmiş, Buhârî otuz dört, Müslim yirmi bir hadisi ayrıca eserine almıştır. Diğer hadis kitaplarında da rivayetlerine yer verilmiştir.[16]
Dipnotlar
[1] Halîfe b. Hayyât, I, 151
[2] İbn Sa‘d, III, 269
[3] Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 3, 6; “Menâķıbü’l-enśâr”, 35; İbn Hişâm, I, 342, 345, 348-350; İbn Sa‘d, III, 269-270
[4] İbn Sa‘d, II, 190.
[5] İbn Sa’d, III, 367
[6] Muvâfakāt-ı Ömer için bk. Tecrid Tercemesi, II, 346-353; XI, 46-50; İmâdî, s. 19 vd.
[7] Tirmizî, “Menâķıb”, 18
[8] Müsned, IV, 336; ayrıca bk. Müslim, “Îmân”, 69
[9] İbn Sa‘d, III, 270-271; Abdüsselâm b. Muhsin Âl-i Îsâ, I, 78-80; ayrıca bk. FÂRÛK
[10] Abdülhay el-Kettânî, II, 295
[11] (Ebû Yûsuf, I, 125-126)
[12] Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 6
[13] Taberî, I, 2574
[14] Abdülhay el-Kettânî, I, 428-429
[15] Kahire 1983
[16] Mustafa Fayda, DİA, cilt: 34; sayfa: 44-51’den özetlenmiştir.